YAZMA EYLEMİ
Çoğu yazar yalnız olduğunda yazısını yazar. Yalnızlık bir nevi hürriyeti de beraberinde getirir. Hiç kimseye bağlı değil. Düşünceleriyle başbaşa demektir. Tefekkür alemine dalışı, hayal aleminde gezinişi, muhakeme etmesi düşündüklerinden sonuç çıkarması yalnız bir ortamda daha iyi olur. Ailesine ayırması gereken zamanı yalnız kalarak yazmaya, üretmeye ayırır. Bu manada ailesinden fedakârlık bekler. Zor şartlarda yaşayan insanlar daha çok hikâye biriktirir. Hangi sebeple olursa olsun sürgün olan kişiler, yoğun duygular ve sıkıntılar içinde yaşamışlardır. Geçmişte sürgün hayatı yaşayan yazarlar yalnızlıkları neticesi çok güzel eserler meydana getirmişlerdir. Namık Kemal, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Refik Halit Karay bunlara örnektir. Hala okunmaktadırlar. Okunanlar, yaşananlar, gezip görülenler yazarı besler.
Jules Renard, “İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunamaz” diyor. Yazar sürekli okumalıdır, okudukça malzeme biriktirir. Okunanlardan yeni fikirler üretebilmelidir.
Ne yazıyorsak öncelikle başlık belirlememiz gerekir. Yazacaklarımız bu başlık etrafında olmalıdır.
“Yazmayı düşünmek, yazmayı istemek yetmiyor; bahane bunlar; oturup kapanmak, yazmak gerekiyor.
Yazar, elbette değişik, aykırı, uçta incelikler, güzellikler yakalayandır. Yakaladığı, aktarmaya çalıştığı, ille de aykırı, uçta şeyler olmayacaktır; ama yakaladığı, yazıya döktüğü görüntüler, okurla yazdıkları arasında bir özdeşlik yaratabilecek ustalıkta, yalınlıkta olmalıdır, diyorum. Okur, yazılanlara, daha açık bir söyleyişle, okuduklarına kendini kaptırabilmeli, okuduklarından tat alabilmeli, bu yüzden kitabı elinden bırakamamalı.” (Erdal Öz, Günlükler, 1956-1998, s. 133, 325)
KALEM TUTMAK
Yazar Cazim Gürbüz, 17 Mart 2015 tarihli Yeniçağ gazetesindeki köşe yazısında eli kalem tutanlarla ilgili şunları yazıyor:
” ‘Kalemi ancak özgür insanlar tutar’ (İklil Kurban)
Doğru diyor bu değerli tarihçimiz, özgür olmazsanız, özgürce düşünmezseniz, o kalem ufuklar ve yollar açamaz, topluma yol gösteremez, korkunuz ona da sirayet eder…
‘Kalem kılıçtan üstündür’ sözü de bundan dolayı denmiştir.
Atsız Beğ için ‘Atlıyı atından indiren kalem’ tespitini Mahmut Kemal İnal, bunun için yapmıştır.
Yani ‘Kalem Tutmak’ bir kutlu ve de önemli iştir…
Kalemi sağlam tutacaksın, sana yüklediği sorumluluğu bilerek tutacaksın. O kalemi kutsal bileceksin, Cengiz Özakıncı’nın ‘dolma kalem’lerinden olmayacaksın, ‘kurşun kalem’ olacaksın… Sedat Simavi’nin genç gazetecilere verdiği o öğüt, her kulağa küpe olmalı bu anlamda: ‘Kalemini kır ama sakın satma!’
‘Gazeteci olay yaratmaz. Olaylara karışmaz, olayları yansıtır. Görüşlerini silah ateşleyerek değil, kalemini kullanarak yansıtır.’ (Necmi Tanyolaç)
Eli kalem tutana saygı duymak, onun canıyla oynamamak ve sevmeseniz bile yazdıklarını, onun özgürlüğünü kendi özgürlüğünüz kadar vazgeçilmez bilmek. Yazar Faruk Kurtbaş da işte buna çekiyor dikkatleri: ‘Aydınlarını öldürenler karanlıkta kalırlar, hangi düşünceden olursa olsun eli kalem tutana saygı gösterilmeli. Fikrin kalemini kırmak, cehaletin sopasına davetiye çıkarmaktır.’ “
YAZARLIK
Yazar Erdem Yücel, 22 Temmuz 2011 tarihli Kenthaber’de yayınlanan yazısında yazarlık hakkında düşünceleri şöyledir:
“Yazarlık, çoğu kişinin hayalini süsleyen bir meslek veya uğraştır. Ülkemizde yazarlıktan para kazanan da kazanmayan da yaşıyor… Yazarlığın okulu olmalıdır diyenler kadar okula gerek yok, yazmak içgüdüsel bir yetenektir diyenler de vardır.
Öncelikle yazarlığın özel bir yetenek olduğunu kabul etmeliyiz. Birkaç örnek dışında yazarların belirli bir eğitimden geçmelerinin yerinde olacağını düşünüyorum. Yalnızca tanrı vergisi hasletle, araştırmadan yazıyorum diyenlerin piyasa yazarlığından öteye gidemedikleri de açıktır. Kuşkusuz, bunun istisnaları vardır ama günümüzde sayıları pek azdır.
İletişim Fakülteleri, Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri disiplinli yazı yazma konusunda bilgiler vermektedir. Bununla beraber üniversitelerin bu bölümlerinden diploma alanların mutlak yazar olacağını düşünmek de olanaksızdır. Yazar olabilmek için öncelikle yeteneğe, yaratma gücüne, iyi bir gözlem yapabilmeye, toplumu tanımaya ve yeterince bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Bilimsel metot da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Çoğu zaman eski ve yeni basını kendimce karşılaştırdığım olmuştur. Eski yazarların hiçbirisinin bu konuda eğitim aldıklarını sanmıyorum. Kendi yetenekleri ile yazarken bilgi dağarcıklarını da alabildiğine geliştirmişlerdir.”
Şiir, hikâye, roman gibi edebi türlerde kalem oynatmak öncelikle bir yetenek meselesidir. Yetenek varsa bunu geliştirebilmek mümkündür. Bu konularda yazılmış kitapları okumak, yazar ve şairlerin hayatlarını incelemek gelişmenin önemli bir safhasını teşkil eder. Gazetede köşe yazıları veya araştırma ve inceleme yazıları yazmak daha farklı bir eylemdir. Edebi türlerde yazarken hayal gücü ve anlatım tarzı çok önemlidir. Ama diğer alanlarda yazarken realite devreye girer.
“Ben bir sanat adamı, yaratıcı bir yazar değilim. Ne şiir yazmak elimden gelir, ne roman. Bunca yıldır yazdıklarım epeyce bir şey tutar, ama toplamaya kalkışmadım. Çünkü gazete yazısı başka, kitap yazısı başkadır. Ben bir gazete yazarıyım, söylediklerim bir gün, iki gün okunur, sonra geçer.” (Nurullah Ataç, Karalama Defteri)
“Romancıda aranacak erdem, doğruyu anlatması değil, anlattıklarına okuru inandırabilmesidir.” (Nurullah Ataç)
“Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar” (Camus)
Ne demişler “Söz uçar yazı kalır.” Onun için yazalım.