KÜTÜPHANESİ OLAN YERDE BÜYÜMEK
Kütüphanesi olan bir evde doğmak ve kütüphanesi olan bir şehirde büyümek büyük bir fırsattır. Ben kütüphanesi olan bir evde doğmadığım gibi büyüdüğüm yerde kütüphane de yoktu. Komşumuz olan Nahiye Müdürü’nün evinde kitapları vardı. Oradan etkilendim. Daha sonra gençlik yıllarımdan itibaren kitaba olan düşkünlüğüm zaman içerisinde bana bir kütüphane kazandırdı. Oğlum ise kütüphanesi olan evde doğdu. Evimin her odasında ve her yerinde kitaplar bulunmaktadır.
Zamanla kendi yazdığım kitaplarımdan Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi kanalıyla Hatay’ın birçok yerinde açılmış bulunan kütüphanelere bağış yaptım. Bana yazarından imzalı olarak hediye edilen Hataylı yazarların ağırlıkta olduğu kitapları Hatay Edebiyat Müze Kütüphanesi’ne bağışladım. Hatay Cemil Meriç İl Halk Kütüphanesi ve Antakya Öğretmenevi Kütüphanesi’ne sık sık uğrarım.
Genellikle okuduğum kitap kütüphanemde olsun isterim. Zira kitapla aramda derin bir ilişki oluşur. Okuduğum kitabın önemli satırlarının altını çizerim. Kenarlarına notlar düşerim. Dolayısıyla genel olan kitap özelime dönüşür. Kendimden bir şeyler katmış olurum. O kitap benim için daha da anlamlı olur. Değerine değer katılmış duruma gelir. Onun için kütüphanemdeki kitaplar önemlidir, kıymetlidir, vazgeçilmezimdir.
KÜTÜPHANE
Bugün Hatay’da çok sayıda halk kütüphanesi açılmıştır. Hemen hemen her ilçemizde (Defne hariç) en az bir kütüphane bulunmaktadır. İnşallah uygun bir yer bulunur oraya da en kısa zamanda açılır. Bir yerde kütüphane açmak ve okuyucunun istifadesine sunmak şüphesiz çok yararlı bir hizmettir. Kitap bilgidir, kültürdür. Kütüphaneler de bilgi hazinesi olan yerlerdir. Ancak son zamanlarda görüyoruz ki kütüphanelerde özellikle ortaokul ve lise öğrencileri ders çalışıyorlar. Kütüphaneler öğrenciler tarafından o kadar fazla dolduruluyor ki kitap okumaya gelen birisinin yer bulması mümkün değildir. Kütüphane kitap okunan yer olmaktan çıkmış sadece öğrencilerin ders çalışma yerleri haline gelmiş vaziyettedir. Etüt merkezlerine dönüşmüş durumdadır. Böylece kütüphaneler amacından sapmış oluyor. Halbuki kitap okumak isteyen veya araştırma yapmak isteyenlerin daha ağırlıklı gelmesi gereken yerlerdir, kütüphaneler.
Ayrıca zaman zaman kütüphanelerin uygun bir yerinde okuyucular yazarla da buluşabilmelidir. Yazar-okuyucu sohbeti için imkân tanınmalıdır. Hatta kütüphanelerin yazar, şair ve kültür insanlarının buluşma mekanları olmaları sağlanmalıdır. Bu manada Antakya’da bir gayret görüyoruz. Bu gayretten dolayı Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın Hüsnü Işıkgör ile İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı ve Cemil Meriç İl Halk Kütüphane Müdürü Sayın Celal Baz’ı kutluyorum.
Okullarımızda da kütüphaneler açılıyor. Bu okul kütüphanelerinin bir kısmı ciddi manada hizmet veriyor.
Kütüphaneler, insanları kitaba yakınlaştırmakta ve okumaya teşvik etmektedir. Herkesin uğrak yeri olması gereken yerlerdir.
OKUMANIN DÖRT SEVİYESİ
Birinci seviye; temel eğitim öğretim. Kelimeleri ve bir yazıyı okuyabiliyor muyuz?
İkinci seviye; üstünkörü okuma.
Üçüncü seviye; analitik okuma. Dikkatli bir şekilde okuyacak ve düşüneceğiz.
Dördüncü seviye; karşılaştırmalı okuma. Kitabın ne anlattığını anlamadan öteye geçerek konuyu daha çok anlamaya çalışıyoruz. Çoğumuz bunu yapmıyoruz. Bu okuma daha ziyade akademisyenlerin işi.
O yüzden birinci ve dördüncü seviyelerden daha ziyade ikinci ve üçüncü okuma üzerinde duralım. Yani üstünkörü okuma ve analitik okuma.
Üstünkörü okuma: Kitabın arka kapağına bakmak, ara ara paragraflar okumak veya çok hızlı okumak üstünkörü okumadır. “Şimdi göz gezdirme modundayım” diyoruz, beğenmezsek bırakabiliyoruz.
Analitik okuma: Okurken kendi kelimelerimizle notlar alacağız. Çünkü hafızamıza giren, daha doğrusu kısa dönem hafızamıza giren bilgiler, düşünceler, bir noktadan sonra unutulacaklar. Bunlar öyle kendiliğinden uzun dönem hafızaya geçmiyorlar. Çok tekrar yapmamız lazım veya daha etkilisi, o öğrendiğimiz şeyleri yeniden yorumlamamız lazım. Biz yeniden yorumlayınca, işte kitap kenarına yazınca, mesela kendi kelimelerimizle, beynimizde o hafıza tekrardan başka bir şekilde yaratılıyor. Ve bu sefer uzun vade hafızaya geçiyor. Ama hatırlamaktan ziyade işte anlayışa dönüştürmüş olur o bilgiyi.
YAZAR VE OKUYUCU
“Bir yapıtın anlaşılırlığını yalnızca yazarına bağlamak, biraz burnu büyüklük gibime geliyor. Okuyucusuz bir edebiyat düşünemiyorum. Öyleyse yapıt, yazarı kadar okuru da içinde taşımalı.
Okursuz bir yazarlık düşünemiyorum. Bu okuyucuyu küçümseyemeyeceğimizi gösterir. Üstelik onu tanımadan yazıyoruzdur. Ama o vardır. Yazar bir taşıyıcıdır. Ama asıl güç yazardadır. Okura yöneltilmiş, okura taşınan bir estetik yük vardır ortada; yazarın yazarak okuyucusuna taşıdığıdır bu. Okuyucuyu küçümseyemeyiz. Ancak bu, okuyucunun isteğine uyarak yazmak demek değildir. Yazar, okunacağını bilerek ama dilediğince yazan bir yaratıcıdır.
Yazmak, sonsuz bir özgürlüğü gerektirmez. Biçimsel sınırlandırmalar vardır. Bu sınırlandırmalardan biri de bence okuyucudur. Bu, yazarın yazarken, o hiç bilmediği, tanımadığı okuyucuyu karşısına koyarak ona uygun yazması demek değildir; ama yazdıklarını bir okuyucunun okuyacağını bilerek yazmasıdır; bu da sınırlamadır bence.” (Erdal Öz, Günlükler 1956-1998, s. 47)