İlk gidişim havayoluyla olmuştu. Sabiha Gökçen’den havalanan bir uçak, yaklaşık 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra beni Hatay Havaalanı’na indirmiş, havaalanında beni dostum, kardeşim Nebih Nafile karşılamıştı. Nisan ayıydı. Çiçeklenmeye başlamıştı limon, portakal, mandalina ağaçları. İnsanın genzini yakan, insanı sarhoş eden bir narenciye kokusu sarmıştı ortalığı.
“İlk izlenim” denir ya hep, işte onu size çok kısa, bir iki sözcükle anlatmamı ister misiniz?
Yaşamımda ilk kez gittiğim Antakya’yı çok iyi bilen, çok kez gitmiş biri gibiydim. Caddeleri, sokakları, evleri ve en önemlisi de insanları hiç yabancı değildi bana…
Samandağ’a gitmiştik. Şimdilerde Karacabey Kaymakamlığını başarıyla yürüten Tahsin Kurtbeyoğlu o dönemde Samandağ Kaymakamı idi. Sayın Kurtbeyoğlu’nun destekleri ve Nebih Nafile’nin emekleriyle “1.Samandağ Şiir Akşamları” adıyla kültürel bir etkinlik düzenlenmişti, ben de konuk olarak katılmıştım o güzel etkinliğe. Benim dışımda da katılanlar vardı etkinliğe ve biz şiir yazanlar yeni insanlar tanımanın güzelliğiyle buluşmuştuk. Yaşayanlara sağlıklı bir yaşam, yaşamını yitirenlere de ışıklarda uyumaları dileklerimi iletiyorum…
Bir başka gidişim Aknehir’e olmuştu. Bu kez Ruşen Hakkı’yla yollara düşmüş, o küçücük Aknehir’de ne kocaman yürekli insanların yaşadığını görmüştük. Kısıtlı günlerimize sohbetler, dostluklar sığdırmış, unutamayacağımız anılarla geri dönmüştük…
Son gidişim, Defne Belediyesi’nin düzenlediği Dünya Öykü Günü etkinlikleri kapsamındaydı. Bu kez başka insanlarla da tanışmıştım. Ailem gibi bildiğim Nafile ailesinin yanı sıra, onların aracılığıyla başka dostluklar edinmiştim ve şimdi ne yazık ki bazılarının acılarını yaşıyorum. Son gidişimde tanıdığım Nihat Aslanyürek ve Mehmet Ali Akyüz dostları ne yazık ki sonsuzluğa uğurlamışız…
Yazımın başlığını;
“YABANCI GÖZÜYLE HATAY” olarak attım gördüğünüz gibi. Attım da, kendime sormadan da edemedim; Hatay için, Antakya için, orada tanıdığım insanlar için ben bir yabancı mıydım artık?
Ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, havasını soluduğum, dostluklarını yaşadığım, yaşamaktan mutluluk duyduğum bir kente kendimi yabancı saymak yakışır mıydı bana?
30 Temmuz 2010’da şunları yazmışım;
KÜLLENMİŞ BİR HÜZÜN
Seni tanımadan önce
zahter kokularını bilmezdim.
Bilmezdim soluk almaların
bu denli yavan, anlamsız olduğunu.
Başımın dumanı,
yüreğimin sıcağına sığınmışsa,
susamışsa dilim, derinliğine gözlerinin,
ne kadarını ödemeliyim suçluluğumun?
Ağlamaklı çocukların dudaklarında
sorgusuz titreyendim.
Bendim sabaha taşıyan, sensizliğini gecelerin.
Kimi, yağmurdum kurağına kendimin,
kimi gökkuşağını ayaklarına serendim.
Anlamsızlığa anlam yükledin,
çözdün bilinmeyeni bendeki.
En bitimsiz kahkaha,
en buruk gülücük senindi
ve okşayan saçlarını mutluluğun,
ürkek, çekingen, papatya ellerindi.
Hep bildin, biliyorsun,
şimdi bunu da bil öyleyse,
bil ve söyle bana;
Aknehir, Asi ırmak,
koza gibi, susarak, dolanarak
ve ipek bir şal gibi,
hangi yanını örtebilir küllenmiş bir hüznün?..
Ruhan ODABAŞ
Şimdi ben Hatay’a, Antakya’ya bir yabancı mıyım?..