Türkiye’de gazeteci olmak zor. İster mektepli olun ister alaylı, bu işi sevmiyorsanız ne kadar okumuş ne kadar yetenekli olursanız olun, yazarsınız ama okutamazsınız. Yazdıklarınızı okuyanlar, en küçük rampayı gördüğünde tekleyen eski bir kamyon gibi oflayıp puflamaya başlamışsa siz bittiniz demektir.
Bu dil sorunudur. Aynı fıkrayı anlatan iki insanın birinde kahkahalarla gülen insanlar, bir diğerinde hiçbir şey anlamamış bir yüz ifadesiyle anlatana bakıyorsa tam da budur işte.
Bir başka yanı da şudur; özellikle de günümüzde kimi sözcükleri kullanmak suç sayılır, bilirsiniz. Birileri aportta beklemekte, size tazminat davası açmak için can atmakta, bu tazminatlarla da parasına para katmaktadır.
Yani!
Yanisi o ki, birisine “yalancı” derseniz suçlu olursunuz ama bunu da söylemek zorundasınız.
Öyleyse!
Bu sözü de söylemek durumundasınız ama. İçiniz içinize sığmamaktadır ve söyleyemezseniz kendinizi suçlu sayacaksınız.
Çözüm!
“Doğruyu söylemiyorsunuz” derseniz, açılan davada “yalancı” sözcüğü geçmediği için belki de beraat edersiniz, hakkınızda takipsizlik kararı verilebilir. Sözünü ettiğiniz insanın yalancılığını kanıtlayacak somut bir belgeniz yoksa, o zaman da, “İddialara göre” dersiniz ve hem söylediğinizi söylemiş olursunuz, hem de topu taca atarsınız…
Dedim ya, gazetecilik zor iştir bizim ülkemizde. Yazsanız başınız derde girer, yazmasanız işinizi yapmamış olursunuz.
Yaklaşık 25 yıldır köşe yazarım. Epeyce bir zamandır kalemim bağlı diye yazmayı unutmuş falan değilim. Gazeteye yazmıyorsam sosyal medyaya yazıyorum, yazıyormuş gibi okuyorum ve canlı tutuyorum yazmalarımı.
Şu günlerde, bir gazetede sürekli yazı yazan biri olsaydım ne yazardım dersiniz?
Yaklaşık bir yıldır covit-19 tüm dünyayı kasıp kavuruyorsa, bir gazeteci olarak bu konuya Fransız kalabilir miydim?
Türkiye’yi yönetenlerin, bilim adamlarının uyarılarını dikkate almadıklarını, bu nedenle de salgının önüne geçilemediğini yazmaz mıydım?
“Evinizden çıkmayın” diyenlerin, eve tıkadığı insanlara en küçük bir yardım götürmediğini söylemez miydim?
İflaslar yaşayan küçük esnafa karşın, kimi yandaşların milyarlar kazanmaya devam ettiğini duyurma çabam olmaz mıydı beni okuyanlara?
Ve gelelim son günlerde yaşanan Boğaziçi olayına.
Atama rektörü protesto eden gencecik öğrencilerin IQ’sü ile, sosyal medyadaki bir yarışmada sorulan en basit bir soruya joker hakkını, izleyenlere sorma hakkını kullanmak isteyen o rektörün IQ’sünü kıyaslamaz mıydım?
Benzer şeyleri çoğaltabilirim. Burası Türkiye ve yazılacak, söylenecek, okunacak, eleştirilecek çok ama çok fazla şey var. Yeter ki okutmasını bilin, okuturken de başınıza iş almayın. Davayı kaybederseniz aldığınız emekli maaşınız o karşılığı ödemez bilginiz olsun.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününüz kutlu olsun. Umarım çalışıyorsunuzdur, umarım kaleminizi iyiye, güzele destek amaçlı kullanıyorsunuzdur…