Şu karşıki dağda kar var duman yok
benim sevdiceğimde din var iman yok…
Çok sevdiğim bir Hatay türküsüdür yukarıya bir bölümünü aldığım. Türkü sevenler bilir diyeceğim de, Anadolu insanının türkü sevmeyenini nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Bu topraklarda doğmuş, büyümüş, bu toprakların havasını solumuş, suyunu içmiş bir insan, müziğin başka türlerini de sevebilir kuşkusuz. Ne ki, türküyü sevmemezlik de edemez diye düşünmek istiyorum.
Karadeniz’liyim…
Artvin’liyim…
Ana dilim Lazca’dır…
Bu sıraladıklarımın hiç biri bir şeyleri değiştirmiyor bende. Türküleri seviyorum. Anadolu’nun hangi yöresinden olursa olsun büyük bir keyifle, kimi zaman tatlı bir hüzünle dinliyorum ve itiraf etmeliyim ki güzel türkü okuyanı, bağlama çalanı saygıyla kıskanıyorum. Böyle bir yeteneğimin olmasını ne çok isterdim. Şimdilik; yaşamını Antakya’da sürdüren, kentinde çok sevilen, saygı duyulan, sanatın her türüyle yakından ilgilenen, şiir yazan, türkü okuyan bağlama çalan, eğitimci, yazar, kardeşim gibi sevdiğim Nebih Nafile’nin yetenekleriyle yetinmek zorundayım sanıyorum.
Bu konuya neden girdim değil mi!
Geçtiğimiz günlerde küçük bir afiş duyuru aldım Antakya’dan. Duyuruda, HRT Televizyonu’nun “Duyguların Dili” adlı bir programından söz ediliyordu ve o programın konuğu Merih Nafile idi.
Kimdi Merih Nafile?
Yukarıda sözünü ettiğim Nebih Nafile’nin oğlu, şimdilerde Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’nda müzik eğitimi alan bir delikanlı ve babası gibi Merih de bağlama çalıyor, gitar çalıyor, türkü söylüyor, genel anlamda söylemek gerekirse müzik yapıyordu.
Program saati geldiğinde kendi programlarımın tümünü iptal ettim ve büyük bir dikkatle, zevkle, keyifle izledim Merih’i. Gitar çaldı, bağlama çaldı, Anadolu’nun farklı yörelerinden türküler söyledi. Program yapımcısının sorduğu sorulara da yaşından çok yukarılarda bir dolulukla, olgunlukla yanıtlar verdi.
Antakya’ya ilk gidişimde ilköğretim öğrencisiydi diye hatırlıyorum. İkinci gidişimde babasıyla düet yapmış, kulaklarımızın pasını silmişti. Son gidişimde ise bir bağlama ustasıyla karşılaşmıştım ve bu beni anlatamayacağım kadar mutlu etmişti.
Bunları yazarken şuraya varmak istiyorum; çocuklarımız, gençlerimiz, birilerinin küçümsediği gibi büyümüyorlar. Ne yaptıklarını, ne yapacaklarını bilerek, sorumluluk üstlenerek, yurt sevgisiyle, insan sevgisiyle, sanatın insan üstündeki etkisinin bilinciyle, her tür yobazlığa, bağnazlığa karşı durarak büyüyorlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık yolunu izliyorlar.
Yalnızca Merih’in değil, tüm gençlerimizin yolları da, bahtları da açık olsun. Türkü ile büyüsünler, güzel olanı büyütsünler…