Antakya’dan Dünyaya Açılan Pencere…
ŞİİR KÖŞESİ
yüreğin çarpıyorsa hâlâ
gözlerinin pınarları akıyorsa
sevinçte, hüzünde ya da
akıyorsa kanın tüm hızıyla
yaşam da senin için akmakta
senin için ey güzel insan…
Antakya’dan, dünyanın bütün insanlarına açılan bir pencere araladım. Öyle bir pencere ki; paylaşacağımız şiirlerimizde aşkı, umudu, yaşama sevincimizi dile getireceğiz. Dünya, ancak iyilikle kurtulur. O halde şiirlerimizle güzelleştireceğiz… Her hafta bir değerimizin şiirini sizler için seçiyorum. “Senin İçin” şiirimin bir bölümü ile pencereyi araladım. Özyurt gazetesi bu haftaki şiir köşesi özel konuk; Diyarbakır’da yaşayan eğitimci-şair Mustafa Irgat’ın “Ölü Doğdu Muson Yağmurları” adlı şiiri ile penceremizi sonuna kadar açık bırakıyorum.
Şiir tadında bir ömrünüz olsun…
ÖLÜ DOĞDU MUSON YAĞMURLARI
bir kâğıt parçasından ibarettir aslında
kimliklilik ya da kimsesizlik
bir parça kâğıt gibi buruşturulup atılıyor
kısa ömürlü bezden bavullar yığınına duygusuzca
peşi sıra koşturan toz bulutuna
minik el ayaklar telaşına ürkekliğine inat
acıların aciz bir seyircisi oldu hep
tel örgülerinde
turnikelerde çürüyen ömürler
şişmanladıkça şişmanladı
sulu beyaz adımlar
karakaşlı kara bahtlı kavruk çocuk
gözyaşlarıyla mezar taşını selamlarken
kaysı ağacından
yeni kopardığı kaysıları
usulca bırakıyordu babasının başucuna
annesinin mavi boncuklu leçeğiyle
gölge yaptı mezarın üstüne
konan uğur böceklerine
rüzgârgülünü
bir çiçek diker gibi dikti toprağa
merhamet yüklü sese yöneldi usulca
bir veda busesi kondurdu
mezar taşına
hazin burukluk sıktı cılız ruhunu
çünkü bu kasvetli mekânda
yine yalnız kalacaktı bir başına
ağladığınız için kimler acıyor
diye yüksek sesle
haykırdı esmer çocuk
kimlerin eli sol kafesinde yüreğinin
diye haykırdı
soluk benizli çocuk
çıplak ayaklardan
neden kaçırıyorsunuz gözlerinizi
diye haykırdı
saçkıran hüzünlü
çorak bedenli peltek çocuk
ortaya doğru yürüdü
bastonunun ucuna basa basa
çocuk ben sizin vatanınızım
dedi nasırlı elleri bağrında
dünden kalan artık hüznün
gölgesinde bir ihtiyar
çocuk ben sizin vatanınızımm dese de
uzadıkça uzayan
bir esaretin ifşasıydı aslında
kesik kesik yükselen nidası
kırmızı kitap
kırmızı çizgi söylemleri
omuzlarda geziniyordu yıllardır
apolet apolet gürlüyordu mazlum hanelerde
bitki örtüsü camiydi çünkü
yeşille örtülüydü
bütün pisliklerin
kutsal örtüsüydü
aldı kırmızıydı
kuru kavruk
kara kaşlı
kara bahtlı
esrikliklerin vatanında
keder beş vakitli yel gibi
esip duruyor
eklemlerinde ülkemin
süzüldü alın teri
çöktü duvar dibine
o zaman semaya yükseldi zülmün selası
gök gürledi ve ölü doğdu
yine muson yağmurları
arsızca daldı mısır tarlasına
meleksiz ve tanrısız tek başına
meleksiz ve tanrısız tek başına
MUSTAFA IRGAT