Demek böyle hissediliyor yaşlanınca. Bilmezdim. Gençken yaşadıklarıma dönüp bakmazdım. Sadece yaşardım. Sırasıyla. Önüme bakardım. Şimdiyse, hazan mevsimindeyim ve geçmişi özlüyorum.
Uzak bir anı oldular. Sevindiğim, üzüldüğüm, kırıldığım, incindiğim, coşkulu, tutkulu, cesur anlarım. Sevdiğim, sevildiğim, gündüzleri güneş, geceleri ay ışığıyla aydınlanmış odalarda seviştiğim mutlu anlarım, uzak bir anı şimdi. Hiç geçmeyeceğini sandığım ömrümün son durağındayım. Mevsimlerin sonuncusundayım belki de. Yaşayacaklarım o kadar azaldı ki. Kaç günüm kaldı. Kaç bahar, kaç yaz konuk olacak pencereme, bilmiyorum.
Oysa bir vakitler, ömrümün baharındayken yani, istediğim her şeyi yapabiliyordum. Uzun bir ömür vardı önümde nasılsa. Ölümü düşünmezdim. Ölüm çok uzaklardaydı.
Her fırsatta ırmak boylarına iner, yeni açmış nilüferlere bakarak hayaller kurardım. Kendi mecrasında ilerleyen ırmağın nazlı akışına tutulmuştum. İnatçıydı. Suyun akışı engellenirdi zaman zaman. Ama o ne yapar eder kendi yönünü bulur, varmak istediği yere varırdı. O son noktaya. Kendi yatağında akmaktaki ısrarına ve direngenliğine özenirdim. “Ne olursa olsun, ben de kendi mecramda akacağım”, demeye başlamıştım. Nehirlere özenip, kendi yönümü bulmak üzere yola çıktım. Bildik yolu terk edip, sürüden ayrılmıştım. Bir yanım korku öte yanım cesaretti. “Işık on ikinci fersahtır”, dedim ve yürüdüm.
Sürüden ayrılalı epey zaman olmuştu. Küçük yıldızın son baladını mırıldanıyordum. Uygarlık kentine düşmüştü yolum. Sana rastladım. Hayır, rastlamadım. Seni buldum. Aradım ve buldum. Firariydin sen de. Sınırları belirlenmiş yaşamının firarisiydin. Alışkanlıklardan kaçmıştın. Gerçek yönünü arıyordun belki de. Beni arıyordun… Uygarlık kentine düşmüştü yolun. Beni buldun. Benimle, gerçek yönünü…
On ikinci fersahtın, yolumu aydınlatan. Elim avuçlarında, gözlerimin derinliklerine bakıp, “birlikte”, demiştin, “bundan böyle yola birlikte devam edeceğiz, var mısın?”
Huzurla gülümsemiş, “birlikte yaşlanacağımıza söz ver,” demiştim.
“Söz veriyorum, birlikte yaşlanacağız.” Söz verirken daha sıkı tutuyordun elimi.
Çocukluğumu getirmiştim gelirken. Kırıldığım anları. Simsiyah bir örtüyle gizlenmiş yaralı genç kızlığımı. Sabahlarında hiçbir çiçeğin açmadığı uykusuz gecelerimi… Ağrıyan yalnızlığımı getirmiştim. Gerçek beni gördüğün anlarda iyileşmeye başladım. Yolculuğa birlikte devam ettiğimiz o günden sonrası, dün gibi. Unutmuyorum. Gözlerin baharın tüm renkleriydi. Sesimizi, nefesimizi kattık birbirine.
Artık biliyordum, sen benim gerçek yönümdün.
Yeni serüvenlere yürüdük böylece. Arkadaşım, yoldaşım, sırdaşım, dostum, sevgilim olmaya çağırmıştım seni. Her şeyim oldun. Zemheride güneşim, kavurucu sıcakta serin suyum, En derin anlamı oldun ömrümün.
Kaç durak bıraktık arkamızda. Kaç zemheri, kaç fırtına, kaç boran atlattı sevgimiz. Dayandı, sarsılmadı. Her hücremize kök salarak büyüdü günden güne. Bugün, geçmiş yılları özlemle anıyorsam, seninle yaşadığım içindir. İyiyi, güzeli, merhameti, şefkati, sevgiyi, dostluğu, sonsuz bir aşkı yaşadım seninle. Yine de, “zamana sığmadık yaşamak isterken her şeyi.” Seni sevmelere doyamadım henüz.
En çok neyi isterdim biliyor musun, ömrümüzün sonlarına varmışken en çok neyi? Mümkün olsaydı keşke. Karşılaştığımız o güne geri dönebilmek. Uzun bir ömrü seninle yeni baştan yaşamak. Bir kez daha yeniden, bir kez daha, yeniden… Bir kez daha… Keşke mümkün olsaydı.
Bana seni bağışladığı için hayata şükrediyorum. Birlikte yaşlandığımız için…
Ömrümüzün son durağındayız. Irmak boylarına inip yıldız toplayacak yaşı çoktan geçtik. Gözlerinin derinliklerine bakıyorum ben de. Gözlerin ışıl ışıl. Gözlerin aşkın sıcaklığında. Gözlerin gökten ödünç alınmış bir çift yıldız. Gözlerin ay ışığının konağı. Gözlerin kalbimin limanı hala…
Ömrümüzün son durağında sesimiz, nefesimiz birbirine karışmış. Küçük yıldızın son baladını birlikte söylüyoruz…