Yazı dizisi (5)
O zaman Ali Kavak’ın işyeri Antakya Atatürk caddesi Kavaslı köprüsünün dibindeydi. Bir apartmanın birinci veya ikinci katındaydı. İki daireyi birbirine birleştirmişti. Kocaman bir işyeri. Apartman merdivenlerinden birazda heyecanlı bir şekilde çıkıyordum. Memleketin en önemli iş adamlarından biriyle görüşecektik. İlk gün ne yazık ki kendisiyle görüşememiştim. Yanında misafirleri vardı. Orada çalışan sekreter kadın telefonumu aldı ve arayacağını söyledi. İki gün bekledim. Arayacağını söyleyen kadın aramayınca bir kere daha gittim. Aynı heyecanı yaşayarak tabi. Kapı aralık bırakılmıştı. Kapıyı çalmadan girdim, kadın beni görünce tanıdı ve Ali beyin yine müsait olmadığını söyledi. O kadınla konuşurken iç kapıdan biraz da hiddetle biri çıktı. Ben tanımadığım için Ali Kavak olduğunu ilk önce anlayamadım. Bana ‘buyurun ne vardı?’ biraz da küçümseyen bir ses tonuyla sordu. Kendimi tanıttım ve ihracat firmasında çalıştığımı ancak işsiz kaldığımı ve kendi firmasında iş olup olmadığını sordum. Benimle çok ilgilenmedi. Hatta rahatsız olabileceğim ölçüde de soğuk davrandı. Ancak bana ‘yarın saat 10’da gel’ dedi. Nihayette randevuyu direkt Ali Kavak’tan almıştım. Ertesi gün yine görüşemedim. Şehir dışına çıktığını söyledi sekreteri. Hiç unutmam bir sonraki gidişim Cumartesi ye denk gelmişti. Dördüncü gidişimdi ve nihayet Ali Kavak’la görüşebilmiştim. Odasına geçtiğim de orta masada ki birçok çeşit sigara dikkatimi çeken ilk şeydi. O zamanlar Ali Bey sigara içiyordu. Oturdum ve kendisine durumumu anlattım. Biraz da ürkek ve utangaç ses tonuyla nereli olduğumu, nerede oturduğumu, evli olup olmadığımı hepsini sormuş ve ben anlatmıştım. O gün öğrenmiştim gazetesi olduğunu. Özyurt Gazetesiyle tanışmamın ilk adımını atmıştım. Bana dedi ki; “İhracat firmasında şimdilik iş yok. Ancak madem sen bu konuda bilgilisin seni kaybetmek istemiyorum. Benim Özyurt gazetesi var. Oraya göndereceğim seni. Orada birkaç ay takıl. Oradakilerin dediklerini yap. Bir süre sonra seni ihracat firmasına geri alırım. Ben ise ‘Gazetecilikten anlamam’ dediysem de o “Anlamana gerek yok. Orada söylenenleri yap. Zaten birkaç ay içinde seni buraya geri alacağız” dedi.
Görüşmemiz sanırım 10 dakika kadar sürmüştü. Ne zaman işe başlayacağımızı sordum. ‘Hemen şimdi git’ dedi. Öyle de yaptım. Gazetenin yeri Fevzi Çakmak caddesi üzerinde tam Hatay Valiliğinin karşısındaydı. Hiç unutmam ‘Abdonur Apartmanı’ en son kattaydı ve asansör yoktu. Hatta apartmanın tam altında o zamanların en iyi terzilerinden Ahmet Kavuk amcamızın da terzi dükkânı vardı. Siyaset kokardı hep o dükkan. Bütün sohbetler ve kendisine gelen misafirler siyaset üzerine olurdu. Merdivenleri çıktım ve kapıyı çaldım. Adının Sevgi olduğunu öğrendiğim bir kadın (daha sonra bize annelik yapacak kadar yakın oldu sevgi abla) kapıyı açtı. Kendimi tanıttım. Beni Gazetenin genel müdürü aynı zamanda Ali Kavak’ın kaynı olduğunu sonradan öğrendiğim Levent Doksöz’le görüştüm ve işe başlamış oldum. İşte ki birinci hafta boyunca neredeyse bir şey yapmadan oturmuştum. Daha sonra ki günler beni orada çalışan muhabirlerle haberlere göndermeye başladılar. İlk başlarda çok heyecan yapmıştım. Hiç bilmediğim bir iş ve üst düzey Vali, Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı gibi insanların ortamında buldum kendimi. Zamanla alışıyordum. İyi gidiyordu. Köşe yazısı da yazmaya başlamıştım. Yazdığım yazılar tabi oldukça amatör türdendi. Rahmetli Beşir Günay abi de Özyurt Gazetesinde çalışıyordu. O da köşe yazısı yazıyordu. Onun yazılarını hayranlıkla okuyordum. O dönem gazetede Metin Dingil, Şevki Güneş gibi ustalarda vardı. Haberlerde çektiğimiz fotoğrafları karanlık oda diye bir yerde film yıkama, karta basma gibi işlemleri yapıyorduk. Bana bu işi aylarca süren uğraş sonrasında Metin Dingil öğretmişti. Öylece aradan haftalar geçmişti ancak Ali Bey beni firmaya geri çağırmamıştı. Gazeteye de iyice uyum sağlamaya başlamıştım. 3 ay sonra Ali Bey beni hatırladı ve şirkete geri gelmem için Levent Bey’e telefon açtı. Levent bey ve Metin Dingil ise gazetede kalmamı istiyorlardı ve böyle de oldu. Artık yeni bir kimlik kazanmıştım…
Gazeteci Ali Yolcu…
Evlilik hayatım iyi sürüyordu. Çekmece caddesinde 5. kattaki evimi bin bir zorlukla satabilmiştim. En son kattaydı ve yine asansörü yoktu. Değiştirmek istiyorduk aylardır. Nihayet alıcı buldum ve sattım. Satar satmaz da Armutlu mahallesinde semt pazarının tam karşısında sayılacak bir yerde yine son katta ki bir aparmanda daire satın aldık. Orada oturmaya başlamıştım. Ancak ilk günden duyduğum rahatsızlık sürüyordu. Orada yaşayan insanlar sokaklarda akşamlıyor, sokakta çaylarını, kahvelerini içiyor hatta bazen akşam yemeklerini bile sokak ortasına kurdukları masalarda yiyordu. Apartman sakinlerinin de geri kalır tarafı yoktu. Çok gürültü oluyordu. İmar durumu da bilindiği üzere bitişik nizamdı. (Keşke kalsaydı ve ben uzun yıllar daha rahatsızlık duyarak orada yaşasaydım ama bilindiği gibi Armutlu depremle birlikte daha önce benim oturduğum o apartmanda yerle bir oldu) Katlanamıyordum ama zorundaydım. Dişimi sıka sıka o dairede sanıyorum 4 yıl kadar oturdum. Sonra Kışlasaray mahallesine taşınmıştık. Orada rahat ettim. Gürültüsüz, kimsenin kimseyi rahatsız etmediği, güzel bir yerdi. Bu arada ben gazete ki işime devam ederken Suna Hanım da Kardeşim Heysem’in matbaasında aylıkla çalışmaya devam ediyordu. Ayrı bir mahalleye taşındığımız için kızım Sera’nın kaydını Hacı Ali Nurlu Lisesinden, Nimet Fahri Öksüz Lisesine taşımıştık. Yıllardır Özyurt’a çalışıyordum ve yazdığım köşe yazılarıyla belli bir okuyucu kitlesi edinmiştim. Artık Ali Yolcu ismi birçok yerde konuşulmaya başlanmıştı ama polis başta olmak üzere diğer devlet kurumlarıyla hiç aram yoktu. Sürekli onları rahatsız edecek yazılar yazıyordum ve bu durum onları olduğu kadar gazete sahibi Ali Kavak’ı ve gazetede ki üstlerimi rahatsız ediyordu. Çoğu kere yazdığım yazılar veto yiyor ve yayınlamıyordu. Bir keresinde polis ile ilgili yazdığım bir yazı üzerine Özel Ata Lisesi önünde birkaç polis beni sıkıştırmış hakarete varan sözler söylüyorlardı. Ben gazetecilik tarihi çokta eskiye dayanmayan biriydim. Bu nedenle biraz da korkuyordum. İteklemeye, yakadan tutup savurmaya varan bir ortamda aralarında kalakalmıştım. Tam o anda Mithat Abi, (Mithat Kalaycıoğlu) o zaman Hatay Gazetesi Yazı İşleri Müdürüydü. Onlara yaklaştı ve ‘Size bu çocuğu yedirtmem’ diyerek beni aralarından almıştı. O gündür bugündür Mithat abi benim için her zaman değerli olmuştu. Rutin bir şekilde iş hayatım sürüyordu. Ev araya araya düştüğüm o rahatsız verici süreçten kurtulmuştum. Ahmet Yolcu’ya Kışlasaray mahallesinde ki ev için yıllarca taksit ödemiştik. Bu arada Ahmet Yolcu’nun hakkını vermemek olmaz; O daireyi bana basit bir peşinat ve ‘Paran olduğu zaman öde’ gibi seçenekle satmıştı. Rahatlamıştım ve ekonomik durumumda biraz daha düzelmişti. Her şey güzel gidiyordu. Mutluydum. Hem Suna’nın hem de kızım Sera’nın istediği içeriden merdivenli evimiz vardı artık. Herkes işinde gücündeydi. Sera’da üniversiteye başlayacaktı. Ancak bu dönem uzun sürmeyecekti. Ne yazık ki evlilik hayatım da tökezleyerek giden bir şeyler vardı. Oldurduğum, oldurmaya çalıştığım birtakım gelişmeler yaşanıyordu ve ben bunu geç fark etmiştim. Çok büyük kavga ve tartışmalar yaşanmıyordu. Ama evlilik hayatımın bir yerinde bir şeylerin doğru gitmediği açıkça ortaydı…