Herkes bilmelidir ki ölüme bir yenilenme ve tazelenme olarak bakmalı, korku durağında bu ölüm kavramını yeniden tasarlamalı ve bu kelimeyi yeniden anlamlandırmalıdır. Nedenine gelince, insanların görünmeyen enerji alanı olan dünyası epeyce kalabalıktır ve bu kalabalığı henüz yaşarken nefes alırken dönüştürmeyi başaramazlarsa ölümle yapacaklarını bilmelidirler. Bunu hiçbirimiz istemeyiz. Hepimiz henüz yaşarken, henüz nefes alırken, zihin ve bilinçaltı yüklerini dönüştürüp hayatını organize edebilirse ve yaşam ile ilgili kararlarını bu yüklerin tesiri altında vermekten vazgeçebilirse ömrü de uzayacaktır, kalitesi de artacaktır. Neden Çünkü hücreler yaş ilerledikçe değil, bilinçaltı doldukça karar mekanizmasının enerjisini tüketiyor böylece dönüşüp yenilenemiyor. Yenilenmeyen bilinçaltı ve zihin insana yüktür. Bu yükle insan bedeni daha fazla ilerleme kaydedemez, çünkü hücreler yenilenemez, tazelenemez ve ruh bu bedenle daha fazla yol alamaz. Sonuç ruhun bedeni terk edişi ile sonlanıyor. Kısaca içsel umutlar enerjisini yitirdikçe ölüm kavramına daha yaklaşıyor insan.
Umutluyum demekle umutlu olunmuyor. Bu, yaşa mevkiye makama kibirli olmaya çok neşeli olmaya sevgi dolu olmaya bağlı değil. Nice insanlar var ölümcül hastalıkların üstesinden gelebilen ve umutla hücrelerini yenileyebilen. Bilim dünyası her gün bu konuda keşiflerine bir yenisini katıyor. İşte onlardan biri de duyguların kaderi etkilediği.
Herkes bilmelidir ki ölüm bir yenilenmedir. Fakat illa da yenilenme ölümle olması gerekmez. Çöken bir sistemi yeniden ayağa kaldırmak mümkün. Duygular körelir gibi görünür ama körelmez, nefs zapdedilemez gibi görünür ama en iyi şekilde ehlileştirilebilir, dizginler insanın kendi elinde değilmiş gibi zannedilir ama insan kendi kontrolünü sağlayabilir. Olmaz, zor, imkansız denilen her şeyi insan yapmaya muktedirdir. Yeter ki içindeki heves hiç bitmesin. Şimdi burada Herkes şu soruyu sormalıdır.
Ölümün ve savaşın olduğu bu zor dünyayı neden seçtim üstelik de beden hapishanesine hapsolarak? İlla da dünya gezegeninde mi olmam gerekli? Ya da bir bedende mi varoluşumu gerçekleştirmeliyim?
Bu yazıyı okuyan Bilge yolcular bu soruların cevaplarını düşünmeli, derin düşünmeli, çok yönlü düşünmelidirler. Küçük bir ipucu vermek istiyorum bu sorunun cevabını düşünecekler için. Bedenin yapıtaşı olan atom daha enerjetik bir titreşime bir yapılanmada olabilirdi. Ama buna irfanı ve derinliği yetmedi nefsin. Nefis cahildir, kabadır, inatçıdır, başına buyruktur ve asıl önemli olan emanettir ve bu emaneti sahiplenen bir tek atalarımız oldu biz de atalarımızın bu anlaşmasını devam ettiriyoruz. Nasıl ettiriyoruz veya nasıl ettireceğiz. İşte bu iş için Hür irfana ve düşünceye ihtiyaç var, bu döngüden, bu sarmaldan kurtulmak için. Çünkü anlaşma böyle. Nefsi ıslah etmeden hür irfana ve özgür düşünceye sahip olunamıyor.
İlla burası mı? Yani bu dünya mı? Bu bedende mi? Sorusunu sormalıyız kendimize. Cevabını da bir yere not etmeli. Çünkü ilerde bu not ona bir kanıt olacak.
Bir ipucu daha verebilirim bu hususta. Soruyu derin ve çok yönlü düşünürken şunu da ele alabilir. Gelinecek bir yer gidilen bir yer olmak zorunda mı?