9-10 yaşlarındayım. O yıllarda babam sömestir dönemlerinde sokakta başıboş dolaşmamam için mahalle kasabına çırak olarak verdi.
Kasaplığa kısa sürede alışmıştım.
İş yerindeki tek çırak ben olduğum için tüm ayak işlerini bana yaptırıyorlardı fakat bunu sorun etmiyordum.
Çünkü ziyadesiyle seviliyor ve takdir ediliyordum.
İş yaptıkça kendimi daha çok önemsemeye, buna istinaden daha ciddi bir biçimde vazgeçilmez olduğumu da düşünmeye başlamıştım.
Çok geçmeden kesimhanede kesilen dananın kuyruğunu tutma işine kadar yükseldim.
Ustalar kocaman danayla cebelleşirken, benim işim sadece ayakları bağlı dananın kuyruğunu tutmaktı.
Bir gün ustam yaptığım bir hatadan dolayı beni azarladı.
Ben de bir hışımla eve gittim. Tüm akşam “Hade bakalım bensiz ne yapacaklar?
Çıraksız kalsınlar da akılları başlarına gelsin!” diye heheyler çektim.
Ertesi gün kimse beni aramadı.
Ben ise hala burnumdan kıl aldırmıyordum.
“Bensiz idare edebildiler, bakalım bensiz danayı nasıl kesecekler?” deyip daha iddialı bir şekilde söylenmeye ertesi gün de devam ettim.
Ertesi gün o dana kesildi, işler de yürüdü kimse de beni sormadı.
Demem o ki bir yerde kıymet gördüğünüz zaman yokluğunuzla tehdit etmeye kalkışmayın.
Kimse sizinle var olmadı, kimse sizsiz de yok olmayacaktır.
Bu yüzden, kâinatta bir dananın kuyruğunu tutmaktan ibaret olan küçük rolünüzü çok abartmayın…