Neden Başkalarını Sevmiyorsunuz?

Aslında sevemiyorsunuz! Ah sevgi… Vah sevgi… Önceki makalelerimde realitenin algılanması ve insan doğasından bahsettim. Doğamızın nasıl haz ve ızdırap dizginleri arasında sadece kendisini mutlu etmeye yönelik bir programla işlediğini, duyularımızla ve atalarımızdan gelen gen ve hormonlarımızın toplumun etkisiyle bizi nasıl bir ürün yaptığını gördük. Ya peki sevgi yok mu ağabey ya? Var, hem de sevgilerin en büyüğü var. Kendimizi sevmek var! Bundan daha büyük sevgi olabilir mi?

Hayatımızdaki sevgi nosyonuna beraberce bir bakalım. Şimdi ben birisiyle flört ediyorum diyelim ve o kişiyle çok güzel anlaşıyorum, eğleniyorum. O beni anlıyor, ben onu… Aynı şeylerden hoşlanıyoruz, espri anlayışımız aynı, anlayacağınız her şey bombastik! Ve birbirimize diyoruz ki “Ben seni seviyorum!”, “Ben de seni çok seviyorum!” (Hadi len!)

Daha önce bilimsel olarak anlattım; insan haz aldığı şeyleri sever ve onlara yakın olur ve haz almadığı şeylerden uzak durur çünkü can sıkıcıdır ve ızdırap haline gelir.

Peki, gayet bombastik giden bir ilişkide bu iki insan nasıl olur da birbirlerini sevmiyor olabilirler, aşk yalan mı ağabey ya?

Aslında birbirlerine demek istedikleri şey şu: “Ben senden 5 duyumla aldığım izlenimlerin, atalarımdan geçen gen ve hormonların toplumun etkisiyle oluşturduğu ürün (bir kişi) olarak zevklerime hitap ettiğin için senden haz alıyorum.” Hmmmm… “Seni seviyorum” gibi bir cümle için biraz uzun olabilir tabii ama demek istediğim şey şu; biz hiçbir zaman bir kişiyi sevmiyoruz o kişiden aldığımız hazzı seviyoruz! Yani o kişi yarın hoşuma gitmeyen veya istemediğim bir şey yaparsa ona yarın “seni sevmiyorum” diyerek farklı bir yola giderim. E nasıl yani? Dün beni seviyordun, şimdi nasıl oluyor da sevmiyorsun? Basit. Çünkü dün aldığım hazzı bugün almıyorum ve görüyorum ki işler biraz değişmiş.

İnsanlar arasındaki sevgi kebap sevgisi gibidir. Ben kebap yemeye bayılıyorum. İskender diyelim… Şimdi ‘ben iskender kebabı seviyorum’ dediğim zaman siz benim bunun tadını sevdiğimi anlıyorsunuz. İyi de aynı şeyin insanlar için geçerli olduğunu neden anlamıyorsunuz?

Birisine “seni seviyorum” dediğimiz zaman da o kişiyi sevdiğimizden söylemiyoruz. O kişiden aldığımız güzel hissi seviyoruz yani ben aslında kendimi seviyorum! Çünkü o kişi yarın kafamı bozacak olursa “adios baby!” diyerek beni adım gibi yapacak -ki adım Mutlu’dur- başka birini aramaya başlayabilirim.

Dünyada aşk ve gerçek sevgi denilen şey, hiç olmadı. Hiç olmadığı için de bunu yıllardır insanoğlu aradı, bunun için kan döktü, sayfalarca saçma sapan aşk romanları yazıp asap bozucu şarkılar söylediler. (Allaahııııııııım neydi günahııııııııııııım  vb.) Gözyaşlarımızı döktüren filmler yaptılar ve hâlâ utanmadan yapıyorlar. Oğlum dank etsin gayri bu iş olmayacak!

İnsan doğasında bir ilginç şey daha var ve bence çok güzel bir özellik. O da “ümit.” Bu küçük nokta kişinin hayata devamını sağlayan güç kaynağı, arzularını gerçekleştirebileceğinin ve mutlu olabileceğinin temennisi.

Geçen gün bir arkadaşım gözleri ateşli, içi fırtınalı, asabi asabi bana şöyle dedi: “Ama Mutlu ben çocuğumu kendimden daha fazla seviyorum, bu sevgi değil mi yani?”  Dedim ki “Ormandaki bir maymun da kendi çocuğuna çok düşkün ama gel gör ki sen komşunun çocuğuna o kadar düşkün değilsin.” Sanırım o da benle artık konuşmayacak ama önemli değil. Önemli olan şey hayatın hızlı akışında şu frenlere Allah’ına kurban asılmak, bir durmak, bir değerlendirmek… Çünkü görüyoruz ki kişi 60-70 yaşına geliyor ve diyor ki: “Ya ne çabuk geçti bu hayat? Bir film gibi gitti… Ben mi yaşadım, nasıl yaşadım, nasıl geçti farkında değilim!” ve iş o noktaya gelip de frenlere asılınca o frenler patlıyor.

Başkasıyla ilgili bir şikâyetiniz varsa Allah’a şikayetçi olun, zira adamı olduğu gibi yapan O. Ama şu da bariz ki kişinin dünyayı görüşü, ancak kişi değiştikçe değişiyor. Bu yüzden akıllı bir kişi hayatın kısıtlamalarını ve içinde oluşturduğu buruklukları ancak dünyayı görüşünü değiştirebilecek bir çevrenin etkisiyle aşabilir.

Gerçek sevgiyi (kim olursa olsun herkese karşı, bir başkasının arzusunu hissedip, o arzuyu mutlulukla doldurup ve sadece o kişinin mutlu olduğunu görmekten alınan mutluluğu) keşfetmek ümidiyle…

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir