Yıl 1901…
İstanbul’da, Pangaltı’da bir koltuk meyhanesi…
Genç bir harbiye öğrencisi arada bir gelir, iki tek rakı içer ve giderken meyhanenin sahibine bağırır;
“Barba param yok yaz hesaba !”
Barba gülümser ve bağırır altın saçlı, mavi gözlü Harbiyeli’ ye;
“Mistik sağolsun beee!”
Aradan yıllar geçer. O genç Harbiyeli Mustafa Kemal’dir. Çanakkale yaşanır, Kurtuluş Savaşı yaşanır, Anadolu düşman işgalinden kurtarılır derken, Mustafa, Barba’nın deyimiyle “Mistik” Mustafa Kemal Atatürk olur, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olur. Artık Ankara’da yaşamaktadır…
Bir gün, bir sofra sohbetinde, İstanbul’u bilen arkadaşlarına sorar;
“Barba yaşıyor mu?”
Araştırmaya başlarlar ve sonuca da varırlar, bilgi verirler Mustafa Kemal Atatürk’e;
“Yaşıyormuş paşam, eski yerindeymiş.”
Bir fırsatı bulunup Ankara’dan İstanbul’a gidilir. Pangaltı’ya, Barba’ya varılır. Barba kapıda karşılar Mustafa Kemal Atatürk’ü;
“Oooo sayin Cumhurbaşkanim hoş gelmişiniz, şeref vermişsinizdir” diyerek.
Mustafa Kemal Atatürk,yıllar önce genç bir Harbiyeli olarak oturduğu masaya oturur arkadaşlarıyla. Yerler içerler. Kalkma saati gelmiştir artık. Mustafa Kemal Atatürk Barba’ya bağırır;
“Barbaa, param yok yaz hesaba !”
Barba yanıtlar;
“Rica ederim sayin cumhurbaşkanimizdan para mi alacayiz burada!”
Aradan biraz zaman geçer. Atatürk yeniden seslenir Barba’ya;
“Barbaaa, param yok yaz hesaba !”
Barba’nın yanıtı yine aynıdır;
“Cumhurbaşkanimizdan para mi alacayiz!”
Bu kez yeniden seslenir Mustafa Kemal Atatürk;
“Barba bak, gerçekten param yok!”
Barba’nın yüzünde muzip bir gülümseme belirir ve yanıtını patlatır Mustafa Kemal Atatürk’e; “Mistik sağolsun beee !”
Mustafa Kemal Atatürk’ün gözünden süzülen bir damla yaşın elindeki rakı kadehinin içine damladığını arkadaşları görür…
***
Nuri Kurtcebe’nin anlattığı bir öyküdür bu ve hiç araştırma gereği duymadan şunu söylemek isterim; kesinlikle doğrudur.
O Mustafa Kemal Atatürk’tür çünkü…
O bir kahraman, o bir dost canlısı, o bir insandır…
Kendine güveni tam olan biridir…
Tüm dünya kendi önünde eğilirken bile Ankara’dan kalkmış, İstanbul’a, Pangaltı’ya gelmiş, Barba’yı bulmuş ve Barba’nın yıllar önce kendisine söylediği;
“Mistik sağolsun beee”yi söyletmiştir…
Benzerinin olmaması bundandır işte…