Çocukluk ve gençlikteki anıların akla mıhlandığı,
dününse saman alevi gibi uçup gittiği,
zaman hızla akarken detaylara takılmayıp esas problemlerin çözülmeye çalışıldığı,
hayatın iyice sadeleştirildiği,
az konuşup daha çok işin yapıldığı,
hislerin değil aklın ön plana geçtiği,
ruhun koşarak gitmek istediği yerlere bedenin yavaş yavaş varmaya başladığı,
bedenin bulunduğu ortamlara ruh ve beynin geç adapte olduğu orta yaşlar.
Hem beden hem ruh aynı anda aynı yere aktıysa değmeyin o günün keyfine!
Her yerde olduğunu sanıp hiç bir yerde olamama durumu da var aslında.
Orta yaşa gelene kadar halledilmemişse aidiyet, kalan zaman nafile!
Aramızda kaç kişi hayatını başa sardığında doğduğu evin ve coğrafyanın yarattığı kaderine razı olur veya olmaz?
Ben razılardanım.
Dönüp baktığımda şükürlerim çoktur.
Şu ana kadar da bir keşkem olmuştur sadece.
Geçen gün önerilen kısa videoların birinde çıkmıştı karşıma.
Urfa’da çok çocuklu bir ailenin 14-15 yaşlarındaki kız çocuğunun yaş günü.
Boya işleri yaptığı anlaşılan ve iş kıyafetleri ile yorgun-argın eve gelirken kızının pastasını unutmayıp, boyalı tırnaklarıyla taşıyan bir baba.
Kardeşleriyle yere bağdaş kurup oturmuşken, pastayı görünce yaşadığı mutlulukla karışık, şaşkınlık ve heyecandan pastanın üzerindeki mumları üfleyemeyen kız çocuğuna, biraz sigaradan biraz boyadan sararmış bıyıklarının altından yardımcı olan babanın yaşattığı sevinç izlenmeye değerdi.
Belki de hayat sadece avuç içi kadar mutluluktur.
Peki “kader” dediğimiz ezelden yazılmış olanları kaçımız değiştirebilir?
Bir yerde okumuştum zamanın iki boyutunun olduğunu.
Uzunluğunu güneşin seyri, kalınlığınıysa tutkularımız belirliyor diye.
Hepimiz için perde kapanacak bir gün.
Hem de sıralanmadan.
Zamanı kalınlaştıralım!
Kimdir en iyi dostunuz?
İçki, sigara, kahve veya gerçek anlamdaki dostlar mı?
Duymadığınız, görmediğiniz ama o anda yanınızdan sessizce geçiveren zamanı hissettiren, yaralı bir haykırışla seslendiğinizde koşuveren çiçekten yapılmış huyları olan dostlar olsun tabii ki.
Nihayetinde hepimiz hayat sofrasında yan yanayız.
Ne demiş Ömer Hayyam “Ama bizden birkaç kadeh önce ama birkaç kadeh sonra sızıp gittiler”.
Gideceğiz de!
Değişmek ne kelime?
Daha çok öze dönmektir orta yaşlar.
Yüzümüzdeki çizgiler, saçımızdaki beyazlarla eskisinden daha güzel olduğumuza kendimizi inandırmaya çalışsak da aynalara bakmak da zordur.
Kozmetiği sevmeyenlerdenim.
Anneannemin defne sabunu ve bizim yörenin doğal lifleri yeter.
Genlerse filtresiz.
Velhasıl hayatın bizi yorma oranına bakar her şey!
Hayat çok iyi davrandı deyip çayını, kahvesini sade içen var.
Hayatın akışı benim için girdap diyen de!
Harcanan emeğin insanı genç tuttuğu şiarıyla bugünün işini değil yarına öğleden sonraya bırakamamak,
sevgininse emekten ibaret olduğunun netleştiği yaşlardır artık.
Haksız kazançların diz boyu olduğu bu dünyadaysa emeğiniz bereketli, ömrünüz uzun olsun.
Her devrin duygusu sevgi sarsın sizi.
Biten aşkların acısı hafif, öğretisi çok olsun.
Unutmayalım ki mevsimler hep dönecek ama giden gençliğimiz geri gelmeyecek!
Zamanla hepimiz geçmiş baharların mimozaları olacağız.
Onca çiçek arasında neden mi mimoza?
İç açıcı sarı rengi ve kolay uçucu çiçeğinin yanında, koparılması zor dalları ve dökülmeyen yaprakları olduğu için…