Makam, şan, şöhret…

Liyakatsiz ve ehliyetsiz bir şekilde hak edilmeden elde edilen makam, şan, şöhret çoğu zaman insanı sarhoş ediyor. Sarhoşluk halindeki insan ne yaptığını bilemiyor.
Okuduklarımdan aldığım notlardan bir tanesinde şunlar yazıyor:
“Makam, şan, şöhret… Üç kelime yan yana geldiğinde insanın gözleri nasıl da parıldıyor. Bulunan ve arzulanan makamın, şöhretin geçici hazzı, güç ve mutluluk vasıtası olarak görülüyor. Günümüzde salgın bir hastalık gibi yayılan bu hasletler, insanın kalbî ve ruhî hayatı için büyük tehlike arz ediyor. Nitekim bunlardan herhangi birine sahip olan kişi, kendini diğer insanlardan üstün görebiliyor. Özellikle makam, mansıp, şan ve şöhreti olanlar, çevresindekiler üzerinde üstünlük kurmaya çalışıyor. Oysa bu tavrın ne dinen ne de ahlâken uygun görülecek bir yanı var. Tüm dinler de bu konu üzerinde durarak, tevazuunun ehemmiyetine değiniyor. Kibrin kaynağı olan şöhret tutkusu ya da şöhretperestlik, kibri içinden çıkılamayacak bir hale çevirebiliyor. Bu sebeple de her adımda tevazu, kibirden uzak durma ve şana-şöhrete kapılmama tavsiye ediliyor. Makam sevgisi ve bu uğurda girişilen mücadele sadece kişinin kalbini öldürmüyor, toplumu da bozulmaya doğru yönlendiriyor. Kamplaşmalar, suçlamalar, dedikodular, yalanlar, iftiralar; kardeşliği, karşılıklı sevgi ve saygıyı yok ediyor. Onun için Efendimiz (sas) kişinin mal, mülk, makam, şeref, itibar hırsıyla dine ve ümmete verdiği zararın ‘bir sürüye salınan iki aç kurdun, sürüye verdiği zarardan daha büyük’ olduğunu söylüyor.”
***
Etrafınıza dikkat ediniz. “Kendisini memnun ettiğiniz zaman sizde olmayan şeylerle öven kimse; kendisini kızdırdığınız zaman da sizi, sizde olmayan şeylerle kötülemeye kalkar.” (İmam Şafii).
***
“Ey İnsan Kafdağı kadar yüksekte olsan da, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma her şeyin bir hesabı var. Üzdüğün kadar üzülürsün.” (Şems-i Tebrizi)
***
“Layık olmadan makam sahibi olanlar; astlarını ısırıp, üstlerine kuyruk sallarlar.” (İmam Gazali)
***
“Makam, mevki, rütbe, unvan; bunların hepsi cekettir. Ceketi asar bir yere gideriz. Arkamızda sadece insanlığımız kalır.” (Doğan Cüceloğlu)
***
Fransa Kralı ondördüncu Louis, bakanlarından birine bir gün, “saat kaç” diye sormuş.
Bakan:
“Zatı şahaneniz, saatin kaç olmasını ferman buyuruyorsanız, o kadardır” demiş.
***
Bir gün Atatürk meşhur sofra sohbetinde etrafındakilere şöyle soruyor:
– Söyleyin bakalım bu millet ben öldükten sonra hakkımda ne diyecek?
Hazırdakiler sıra ile konuşmuş:
“Kimi münci, kimi dâhi, kimi bu milleti yoktan var eden insan”, demişler. Hatta Allah’a, peygambere kadar yol alanlar olmuş.
Atatürk gülmüş: “Hayır… Hiçbiriniz bilemediniz!” demiş.
Bakın ne diyecek bu millet benim hakkımda:
– Bu adamın etrafını böyle pu… ve pe… takımı sarmasaydı, memlekete daha çok hizmet yapacaktı.
Atatürk’ün bu sözü üzerine etraftan öyle bir alkış kopmuş ki!..
***
Mevki ve makam sahibi insanlar, en çok, bütün söylediklerine; “Evet efendim, olur efendim, pek isabet buyurdunuz!..” diyen dalkavuklardan uzak durmalıdırlar. Çünkü bu tiplerin insanı götürecekleri yer uçurumdur.
***
Kıssadan hisse:
Nasrettin Hoca eşeği hava alsın diye dama çıkarır. Bir müddet sonra eşeği indirmeye çalışır ama eşek inmez. Hoca eşeği damda bırakır, eşek damda zıplarken düşer ölür. Akıbeti ibretle izleyen Hoca; “Demek ki eşeğin mertebesini yükseltirsen, hem bulunduğu yere zarar verir, hem de kendine” der.
***
Kıssadan hisse:
Kartala sordular;
– Yere düşmek gibi bir korkun var mı?
Kartal güldü ve dedi ki;
– Ben insan değilim ki, biraz yükseldiğim zaman kendimi beğenip havaya gireyim. Ben zirvedeyken gözlerim hep aşağıdadır…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir