İzlenen her film, okunan her kitap, yapılan her seyahat öğretidir insan hayatında. Yaşa, yaşanmışlıklara ve döneme göre farklı öğretiler gösterir.
Film de kitap da seyahatler de…
***
Seksenli yılların sonunda, “Hakkari’de Bir Mevsim” filmini izlemiş, karakterlerin replik azlığı ve çetin kış görüntülerinin yoğun olduğu sahnelerden kaynaklı olduğunu düşündüğüm biraz da yaşım itibariyle izlemesi keyifsiz bir film olmuştu benim için. Aklımda kalan öğretisi de soğuk iklimin hüküm sürdüğü yörelerde, havaların ısınmasıyla beraber, öğrencilerin, aile bütçesine katkı sağlamak için çalışmaya başladığı ve okulların akademik takvimdeki tarihten önce kapandığıydı. Karantina günlerinde tekrar izledim Genco Erkal efsanesinin idealist öğretmeni oynadığı baş karekterin hislerini ve soğuk coğrafyanın hüküm sürdüğü yerlerde baharın ne kadar müjdeci olduğunu, nasıl da bayrama dönüştüğünü…
Baharın gelişinin Nevruz (yeni gün) olarak adlandırıldığı toplumlarda bayram, ekinoks günü yani gece ile gündüzün eşitlendiği iki tarihten biri olan 21 Mart günü kutlanıyor (diğer ekinoks tarihi 23 Eylül).
***
Ebedi dünyaya giden çok değerli bir dostum, doksanlı yıllarda Sabahattin Ali kitaplarıyla tanıştırmıştı.
Okuduğum ilk yıllara farkla, yakın gözlüyüm eşliğinde yeniden okudum bu edebi güzelliklerin birkaçını yine karantina günlerinde.
“Kuyucaklı Yusuf” romanında, Antakya’mızın, kadim coğrafyasının çeşitli bayram kültürü içinde yer alan, Paskalya bayramının gelişini de müjdeleyen, Ğid Sabbatağş (hicri takvime göre 17 marta denk gelen günün bayramı anlamına gelir)’ı anlatıyor sanki okuduğum şu paragraf; “Çocukların bir kısmı yemek hazırlamak, ateş yakmak, bir kısmı da arkta (su yolu) yıkanmakla meşgul olurdu. Karmakarışık ve hızlı yenen yemekten sonra birbirini tutmayan türküler söylenir, söğüt dalından yapılan veya beraber getirilen düdükler öttürülür yahut ta yakındaki bahçelerden ham erik ve çağla çalınırdı. Ağırbaşlılar bir ağaç dibine oturur birbirine hikayeler anlatırdı. Kafilece, akşamüzeri yorgun- argın eve dönülürdü” diyor.
Bu tabirlere ilaveten, kırlarda, rengarenk boyanmış yumurtaları tokuşturur, ip atlar, top peşinde koşardık biz sınıfça götürüldüğümüz bu bayramda.
*
Ailemizin, çoluk-çocuk doluşup, Antakya’dan Samandağ veya Arsuz’a yüzmeğe götürmesiydi bayram! Mesire yerine gidildiyse eğer karpuzun soğuması için konduğu ark konfor sayılır, suyun akışına yenik düşmesin diye de etrafına taşlar dizilirdi. Şimdilerde hepimizin arabasında bile buzdolabı varken karpuzun kokusu o koku değil lezzeti o lezzet değil güneşte kurutup, tuzla kavurduğumuz o koca koca siyah çekirdekler hiç değil…
Pazar günleri herkes için tatildi o zamanlar. Bakkal-fırın bile kapalı olurdu. Şimdilerde alış-veriş merkezlerinin pazar günü çılgınlığı bayram!
*
Çocuksu her sevinç bayram! Mesela, yemezsem de “horoz şekeri” veya “elma şekeri” görmek benim için halen bayram!
İki adet sade bisküvi arasına konan sade lokum da bayram! “Püskevit” tabiriyle siyasete ne kadar alet edilirse edilsin o masum lezzetini koruması da bayram.
Çok özlediklerimize kavuşmaktır bayram.
Sağlıkla ilgili negatif çıkan test sonuçlarıdır bayram.
Doğadaki canlıları koruyabilen, okulu olmayan vicdan ve merhametin olduğu yüreklere her gün bayram.
Şükür ki yüreğimiz bizi güldürmesini bilir.
Ğidımberek (iyi bayramlar) …