Kötülüğün Baştan Çıkarma Gücü

İyi niyetle yola çıkan insanlar, bazen farkında olmadan karanlık bir yola sapıyor. Kötülük, sadece karanlık ruhların ve zalim insanların elinde şekillenmiyor tam tersine her birimiz birer adayız ve potansiyel olarak kötüyüz. Sadece bu kötülüğü ifşa etmek için güçlü bir sebep bekliyoruz. Amacımız, her ne yaparsak yapalım kendimizi haklı çıkarmak! Bu baktığımız aynaların bizi olduğumuz gibi göstermemesinden kaynaklanıyor. İçimizdeki kötülük gözümüzü boyuyor ve gerçeği değil, idealize edilmiş gerçeği görmemizi ve yaşamamızı sağlıyor.

Peki bu potansiyel, ne zaman ve nasıl ortaya çıkar? Neden, bazen hiç beklemediğimiz anlarda, en sevdiğimiz insanlar bile karanlık yönünü sergileyebiliyor? Koşullar, mekânlar, sosyal imkânlar değiştiğinde neden ortaya bambaşka insanlar çıkıyor? Bu insanlar daha önce neredeydi? Zaten potansiyel olarak insanın doğasındaydı da ondaki tohumun doğru toprağa kavuşması mı gerekiyordu? Ne kadar yakından bakarsan o kadar ürküyorsun.

Kötülüğün doğasını keşfetmek, sadece bireysel bir kusuru anlamaktan çok daha fazlasını gerektirir; bu, insanın içindeki karanlıkla yüzleşmesini ve çevresel faktörlerin nasıl bir dönüştürme gücüne sahip olduğunu da gösteriyor.

İnsanlar, sadece kendi içlerindeki karanlıkla değil, içinde bulundukları ortamlarla da şekillenirler. Bu, bizi genellikle en temiz kalplilerin bile kolayca etkilenebileceği, hatta etkilendiğini bile farketmeyeceği kalpleri sızlatan acı sona götürüyor. Halbuki insan, koşullar değişse bile idealize ettiği, hayranlıkla baktığı insanların, hayatın tüm baştan çıkarıcı eylemlerinin içinden, demir gibi sağlam ve yozlaşmadan geçebileceğine inanmak istiyor.

Güç, otorite ve sosyal statü, kişilerin ahlaki pusulalarını kaybetmelerine neden olabilir. Bir grup içinde aidiyet duygusu, sıradan bir insanı, toplumsal normlar karşısında sorgusuz sualsiz kötülük yapmaya itebilir. İnsanın, başkalarının gözünde kendini nasıl gördüğü ve toplumun beklentileri, zaman zaman bireysel değerlerin önüne geçebilir. Sonuçta, “herkes yapıyorsa” gibi bir düşünce, bireyin vicdanını susturabilir ve onu başkalarına en önemlisi de kendi ruhuna zarar vermeye götürebilir.

Bu, kötülüğün keskin tırnaklarını boynumuza hiç beklemediğimiz bir anda geçirdiği an. Bir insan, başkalarına, sevdiğini söylediği insanlara bile zarar vermeye başladığında, bu dönüşüm apansızın çoktan gerçekleşmiş oluyor. İyi bir insan, sadece bir anlık bir güç dinamiği, stresli bir durum veya toplumun baskısı ile vicdanını kaybedebilir.

Üstelik çoğu zaman, bu insanlar, yaptıkları kötülükleri sadece bir “gereklilik” olarak görüyor, bir zorunluluk, bir görev ya da sosyal bir rol gibi. Kendi değerlerinden uzaklaştıklarını, başka bir şeyin kontrolü altında ilerlediklerini anlamıyor. Bu körlük, bizim genetik kusurumuz. Mesela ne kadar kilo alıp, eski formumuzu kaybedersek kaybedelim, içsel imajımız bizi hâlâ formda olduğumuza ikna edebiliyor. Bu yanlış imaj, kilo vermek için eyleme geçmemize de izin vermiyor, çünkü insan bir şeyin gereklilik olduğuna ikna olduğunda, onu eylemden kimse alıkoyamaz, hiç kimseler de durduramaz. Öyle ya yapmak isteyen sebep, yapmak istemeyen de mazeret üretir. Peki bu kadar basit bir şeyde bile kolayca manipüle edilebiliyorsak, temel değerlerimizi sarsacak kadar ileri gittiğimizde bizi kim uyandıracak ve durduracak?

Neden, sıradan ve iyi niyetliymiş gibi görünen insanlar, bir anda kötü davranışlar sergiliyor? Bir insanın davranışları, yalnızca kendi içindeki değerler ve ahlaki pusula ile değil, içinde bulunduğu ortam, toplum ve yaşadığı şartlarla da şekillenir. Kötülük, bazen sadece bir kişi ya da grup tarafından dayatılan bir şey değil; bazen, çevremizdeki güç ve sosyal yapılar, bizi bu karanlık yola sürükleyebiliyor.

Sonuçta, iyi insanların içinde de bu kötülük var; sadece tohum, henüz toprakla kavuşmamış. Ancak bu güç, yalnızca bireysel değil, toplumsal koşullarla da son şeklini alıyor. İyi niyetli bir insan, bazen sadece içinde bulunduğu ortamın ve gücün etkisiyle, sarhoş olup karanlık bir yola sapabiliyor.

Çevremizde kim varsa içimizdeki tohum, ondaki toprağı kullanıyor. En yakın çevremizdekiler iyi insanlarsa, içimizdeki kötülüğün tohumu, doğru toprak onların içinde olmadığı için kök salamıyor; ama etrafımızdaki insanlar, içimizdeki potansiyel kötülük tohumu için uygun topraklara sahipse, işte o zaman o tohum her iki tarafı da bağlayacak şekilde kök salıp her yere yayılmaya başlıyor. Bu yüzden bu gizli alışverişten kendimizi uyandıracak, belki de tokat atacak notlar bırakmalı yolun kenarlarına ve karanlıkla samimiyeti fazlaca derinleştirmeden oradan hızlıca kaçmalı!

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir