Cebindeki telefonu teknoloji, piknikte yaktığı mangalı zenginlik, akrabasının düğününde “Ankara’nın Bağları” eşliğinde göbek atmayı eğlence sanan, alış-veriş merkezlerini cümbür cemaat gezip hiç bir şey alamadan eve dönen ve memleketten gelen yiyecekleri şükür sebebi sayan seçmen var bu canım ülkede.
Uyanın artık!
Cep telefonu faturanızı ödeyemiyor, mangal için değil et, tavuk bile alamıyorsunuz artık!
İtiraf edin!
Düğüne gidip bir çeyrek takmamak içinde türlü bahaneler buluyorsunuz akrabalarınıza.
Çiftçiye verilmeyen destekler, yanlış tarım politikaları, mazot pahalılığı ve bulunamayan tohum yüzünden memleketten gelen kuru gıdalar da azaldı artık.
Beton seviciler artınca meralar yok oldu ve sofrasında kadından önce yeri olan inekleri de yetiştirmiyorlar artık.
Cuma pazarına çıkmayı severim.
Bir şeyler alacak olmazsam da pazar esnafının naralarını dinlemeyi, satacakları ürünleri koydukları karton veya tahta kolilerden bir parça kesip, tezgâhın üzerine ürünün satış fiyatını yazarken ortaya çıkan el becerilerini ve manili söylemlerini gözlemlemeyi, onlarla sohbet edip gerçek hayatın nabzını tutmayı severim.
Son cuma pazarı gözlemimde bambaşka bir duruma, umudumuz olan, olmaya da devam edecek gençlerimize dikkat çekmek istiyorum.
Isınan havalarla beraber efil efil giyinmeyi, parfüm desteği ile güzel kokmayı isteyen, bunu da her halükarda hak eden gençlerimiz, tezgahların önünü kaplamışlardı. Yanlarında fikir alacakları bir arkadaşları ile milli eğitim sisteminin çöktüğünün göstergesi dershaneden çıkıp geldiklerini belli eden sırt çantalarıyla gelmişler.
Teşhisim şu ki birileri “Dünyayı dolaşın gençler” demişti ya bu gençler alış-veriş merkezlerini veya cadde butiklerini de gezemiyor artık.
Anne, anneanne-babaanne mekânı pazarları şimdinin tabiriyle “Z kuşağı” mesken tutmaya başlamış. Bilesiniz!
Varsın marka ürünler uzak olsun gençler!
Siz, fikirlerinizi markalaştırın demek istiyorum ama fasarya.
Yazık ki sevince samanlığın seyran olmadığı bir çağdayız.
Liyakatse sadece bir tanımlama.
Ana dilimiz olan Arapça’yı okuyup-yazmayı devlet okullarında öğrenme imkânımız olmadığı için ortaokul yıllarımızda, mahalle camimiz olan Armutlu Camii’sine göndermişti babam. İki yaz tatili boyunca seve seve gidip gelmiştik kardeşlerimle.
Halen Mehmet Hocamı şükranla anar, ikindi vakti için bana ikameyi -namaz için ayağa kaldırma- okuma talimatı verişi keyifle çınlar kulağımda.
Dil bilgisini öğretirken, “Zuhra bithibbil kıraati -Zühre, okumayı sever-” deyişi de çalışkan bir öğrencinin şımarıklığıyla yanağımda gamzedir.
Rahmetli amcam sorardı hep: “Ve Tini Ve Zeytuni suresine -incir ve zeytin suresi- geldin mi? ” Dünyanın var oluşundan beri insanlığın hizmetindeki incir ve zeytin ağaçlarının önemini anlayabilmek ne kadar değerli.
Ensar Vakfı ve orada yaşananlar ne?
Ağaca düşman!
Çocuğa düşman!
Kadına zaten düşman!
Ayasofya’nın bahçesinde, bilet kuyruğunda defalarca beklemiş, Avrupa’dan gelen misafirlere bakarken ev sahibi gibi hissetmiştim kendimi hep.
Üzgünüm!
İnsanların manevi değerlerini hiçe saymak, dediğim dedik, estetikten yoksun anlayış yıkılır elbet.
Şu dünyada ne yaşarsak yaşayalım, geldiğimiz yere geri döneceyiz. Geldiğimiz yeri de gitmeden hiç kimse bilemez!
Yaradanın takdiri!
Yeşilçam filmlerinde Avrupa’dan gelecek olanları beklerken özellikle Belgin Doruk’un kurdelalı şapkası ve uçmasın diye kenarından aynı kurdelayla boynuna bağladığı, üzerinde şık bir döpiyes veya tayyörü, kolunun dirsek bölümüne astığı küçücük çantası, sürme kalemi ile belirginleştirdiği yanağındaki beni, upuzun kirpikleri ve beyaz eldivenleri ile uçağın merdivenlerinden süzülerek indiği o güzelim sahneler.
Atatürk Havaalanı filmlerin bu harika sahnelerine platform olmuş, kaç milyon kere bizi sevdiklerimize kavuşturmuş dünyanın ilk havaalanlarından dı efendiler!
Kıydınız!
Her işiniz yangından mal kaçırma!
Emeğin değersizleştirildiği, kolay yoldan rantın peşinden koşulan bir dönemdeyiz ne yazık ki.
Kötüden değil en kötüden kurtulma çabası sarmış herkesi.
Artık rotası belli olmayan bir ekonomi dümeni var. Herkes bireysel tedbirler almış durumda. Eğitim deseniz her ebeveyn kendi çocuğunun gittiği okulu en iyi sanıyor.
Sağlık deseniz sağlıkçılara şiddet, hastalara maddi dayatma şeklinde devam ediyor.
Akıl ve ruh sağlığı ise bulanık!
Biz, bu güzelim ülkede, kendi dünyamızı kuralı yıllar yıllar oldu. Bizi eğlendirirken öğretide bulunan tercihlerimize, okumaya, haklıdan yana olmaya devam edeceğiz.
Kurduğumuz bu dünyanın içinde yer alan, varlığı bizi rahatlatan kişiler de baş köşede kalacak hep!
Yaratıcı gençlerin göçlerini gördükçe kızıma sitem ediyorum bazen. Avrupa kıtasında başlayıp Amerika Birleşik Devletleri’nde bitirdiğin bireysel etüd çalışmalarından sonra neden gitmedin diye.
İstemedi!
İnanıyorum ki onun da bu ülkedeki çabaları yerini bulacak.
Mavilikler hep var!
Anadolu’ya bizi bağlayansa doğunun kadim kültürü ile kurulup batı kültürü ile sentezlenmiş halidir.
Öyle bir bağ ki düğüm değil kördüğüm!