Bazı görevler vardır ki, bilgi ister, donanım ister ve tecrübe ister. Böyle liyakatli insanların başında olduğu işler iyi gider. Ekip çalışmasına inanan, çalışma arkadaşlarına sorumluluk ve yetki veren yöneticiler her zorluğu aşabilir ve başarılı olurlar. Ama her şeyi kendine bağlayan, ekip çalışması değil de sadece kendisi iş yapan, işin püf noktalarını kendisinden başkasının bilmesine müsaade etmeyen kişiler eğer o işin başında kendileri olmazsa işlerin yürümeyeceğine inanırlar. Dolayısıyla da kendilerini vazgeçilmez olarak görürler. Hayatın her noktasında yeterli olsa da olmasa da kendisini vazgeçilmez gören insanlarla karşılaşmak mümkündür. Dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünüyorlar. İyi yetişmiş, işini bilen insan olmak değerlidir ancak vazgeçilmezliğine inanarak kendisini olağanüstü görmesi, kendisi olmazsa hiçbir işin yapılamayacağına kaptırması sağlıklı bir durum değildir. Oysaki işler şöyle veya böyle bir şekilde yürür. Hiç kimse asla vazgeçilmez değildir.
Böylelerinin gözlerini makam, mevki ve koltuk hırsı bürümüştür. Ve aklı hırsa esir olmuştur. Görevde olmadıkları anda öleceklerini, yok sayılacaklarını düşünürler. Adeta koltukla var olduklarını, koltuk olmadığı takdirde yok olacakları korkusunu yaşarlar. Bu insanların en büyük özelliklerinden biri de kendi egosunun dürtüsüyle “ben” vardır. “Ben olmadığım takdirde bu iş asla olmaz. Bensiz bu iş yürümez. Bensiz kimse başaramaz.” düşüncesindedir. Benlik duygusu hayatının her tarafını sarınca orada “biz” şuuru gelişmiyor. “Ben” egoyu okşadığı ve kabarttığı için paylaşım özelliği kayboluyor ve doğru olan ne varsa kendine mal eder, yanlış olanı da başkalarına yükler.
*
Günün birinde bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikâyetçi olan bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız olduğunu, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler.
Doktor ona sorar:
– Bu işleri başka biri yapamaz mı? Yahut bir başkası size yardımcı olamaz mı?
– O işleri yalnız ben yapabilirim. Bütün işler bana bakar.
– Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik edersen kurtulursun.
diyerek, bir reçete yazıp verir. Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalır.
Reçetede; “Her gün en az 2 saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin” diye yazıyor.
Hasta doktora sorar:
– Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık?
– Oraya gidip mezarlara bakmanı istiyorum. Orası kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin…
Sözün özü: “Vazgeçilmez sanma kendini. Toprağın altı, kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur.” (Peyami Safa)