Çocukluk yıllarımda, uzağı görmekte zorlandığımı fark ettim. Detaylı bir muayeneden sonra, göz sinirlerimdeki hasardan kaynaklanan stargart teşhisi konmuş ve uzak gözlüğü verilmişti. Ne olduğunu anlamadım. Üzerinde de durmadım.
Aradan yıllar geçti. Kırklı yaşlarıma geldiğimde her iki gözümdeki görme kaybı hızlandı. Yeniden göz doktoruna gittim. Teşhis aynıydı. Genetik ve ilerleyici bir hastalık olduğu dışında açıklayıcı hiçbir bilgi yoktu. Ayrıca retinam incelmişti. Göz doktoruma, ne yapmam lazım? Diye sordum. “Hiçbir şey” yanıtını aldım.
Hiçbir şey… Tıbben yapacak bir şey yok(muş). Nadir görülen bir hastalık. Tedavisi bir yana ilerlemeyi durdurmak mümkün değil(miş). Sadece takip edilecektim. Körlükle sonuçlanma olasılığı varmış. En iyimser ihtimal, gözde sadece beyaz ışık algılanabilecek duruma kadar ilerler ve belki o zaman durabilir(miş).
Altı ayda bir muayene oluyor ve her seferinde yüzde onluk bir görme kaybı rapor ediliyordu. Doktorun tek yapabildiği her seferinde daha güçlü gözlük vermekti. Uzak gözlüğü, yakın gözlüğü, güneş gözlüğü…
Depresyona girmiştim. Göz kontrolleri kestim. Neden gidecektim ki? Kaç takip sonra kör olabileceğimi bilmezsem, daha az korkarım, daha az acı çekerim sandım. İyileşmeyi geçtim, istediğim tek şey körlük noktasına doğru gidişi durdurabilmekti.
Panik halindeydim. Hiç dışarı çıkamıyordum. Görüşüm iyice azalmıştı. Bulunduğum odanın içindeki nesneleri seçmekte zorlanır olmuştum. Grafikerlik mesleğimi, kitap okumayı, yazı yazmayı bırakmak zorunda kaldım. Okuyamayan ve yazamayan bir yazardım artık. Tek yapabildiğim kendime acımak ve sürekli ağlamaktı. Düşünebildiğim tek şey; kör olabilirim. Hissedebildiğim tek duygu, yoğun bir korku… Kafamın içinde tek bir senaryo dönüp duruyordu: Etrafındaki hiçbir nesneyi seçemeyen, sevdiklerinin yüzünü göremeyen, kendi işini yapamayan, bakıma muhtaç, bir köşede büzülüp kalmış, yapayalnız bir insan… Beni bekleyen son buydu.
Aynı dönemde tiroid bezi kanser başlangıcı, kulak çınlaması-işitme kaybı, erken menopoz, derin depresyon teşhisi konmuştu bana. Bunların yanı sıra migren, hipotiroid, düşük tansiyon, her türlü alerji, kronik idrar yolu enfeksiyonu, ayak-diz-bel-meme ağrıları, sırt bölgesinde kalıcı doku zedelenmesi, tekrarlayan kansızlık, mide (ülser, reflü), bağırsak (kabızlık, basur) hastasıydım. Zihnim, ruhum ve bedenim durmadan hastalık üretiyordu. Elimde dosyalar bir doktordan öbürüne nafile sağlık dileniyordum.
Kendimi koyacak yer bulamıyordum. Yaşamı boyunca cesur, sorunsuz ve güçlü kadın olarak tanınmış olan ben, her anlamda dibe vurmuştum. Kendi enkazımın altında inim inim inliyordum.
Bir müddet bu ruh haliyle yaşadım. Ta ki, kendi sağlığımın sorumluluğunu üzerime alıncaya dek… Anlamıştım. Dışarıda bir kurtarıcı yok. Bunu ancak kendim yapabilirdim. Sağlıklı bir BEN inşa etmem gerekiyordu.
Bir kez daha Zümrüd-ü Anka olma zamanıydı.
(Devamı; Mucize-vi İyileşme Mümkün kitabında)