Kadınlarından vurulmuş bir coğrafyadır memleketimiz. Kadınlarından kanamakta boyuna… Her hangi bir kadının gözlerine bakın, derin bir keder görürsünüz.
Adı narin. Ona bu ismi şu anda ben verdim. Bir kır çiçeği gibi, bir çocuk, yeni doğmuş bir kuş misali narin olduğu için…
‘Sessizliğin başkentinden geliyor. Durgun göller ülkesinden.’ Tersine akan coşkun bir asi olmak isterken, durgun bir su oluverdi.
Kırık dökük bir çocukluktan geliyor narin. Örselenmiş düşlerden, erken büyümelerden, sevgisiz günlerden geliyor. Derler ki; yanlış hayat doğru yaşanmaz. Yanlış bir adama, yanlış bir yaşama düşmüştü yolu. Kendisinin belirlemediği, emanet bir hayatın figüranlığında acemi hala. Çocukluğundan kalma yaralarına merhem olacak şefkati, sevgiyi bulamadı evliliğinde. Kaç kez denedi, kıramadı kuşatmayı, gidemedi.
Sevgi dilencisi narin… İçinin, dışının güzelliğinden bihaber kocasından ilgi görebilmek için türlü şirinlikler yapar. Her seferinde istediğini alamamış küçük bir çocuk gibi alt dudağını bükerek, içine çekilir.
Zaman zaman iş seyahatlerine çıkar. Yüreğinin tozunu alır bu gezilerde. Kırılan yanlarını onarır. Geçici de olsa huzur bulduğu kısacık seyahatler…
Bir iş seyahatine daha çıkma vakti… Valizini hazırladı, sevdikleriyle vedalaştı, gitti. Uçsuz bucaksız gelincik tarlalarının kıyısından geçti. Çiçeklerle oynaşan kelebeklere gülümsedi. Sonsuz mavilikte, özgürce kanat çırpan kuşlara öykündü. Maviyle, yeşille, beyazla sarmaş dolaş, masal şehrine ulaştı.
İş görüşmelerini bitirdiğinde gün akşama d-evriliyordu. En güzel haliyle, en sevdi haliyle şehrin kollarına bıraktı kendini. Akşamın ilk deminde karşılaştı genç adamla. İş seyahatindeymiş o da. Görür görmez çarpıldı, tanrıçalar diyarından çıkıp gelmiş narine. Hangi tanrıçaydı karşısında duran, adı neydi? Anımsayamadı genç adam.
Tüm tanrıçaların toplamıydı belki de. İnce uzun boyunu Afrodit’ten, buğulu gözlerini İnanna’dan, aydınlık yüzünü Hera’dan, saçlarını Kybele’den, vakur duruşunu Demeter’den almış. Narinin efsunlu silüeti şiirlere karışmış: “Su. Senin adın suydu. Akarsu. Geceleyin. Karanlıkta geçerken içinden bir denizin, denizi büyüten su. Suyu dirilten balık.”
Genç adam şiirler okudukça, yıllardır kıyılarında biriken sular kabardı narinin. İlk kez sevgi dilenmeden, göze girmeye çalışmadan fark edildi. Özel olduğunu, tanrıça olduğunu ilk defa hissetti.
Akşam yemeğini birlikte yediler. Dans ettiler. Kendileriyle konuşur gibi birbirlerine konuştular. Hayatın AŞK yüzüne şiirler okudular…
Kesik kesik yağıyor yağmur. Yürüyüşe çıkıyor narin. İçini, dışını, gerçekleşmemiş hayallerini, onmaz yaralarını emanet etmek istiyor yağmura. Onu uzaktan seyredalan genç adam, elinde şemsiyesiyle gelip, üzerine tutuyor narinin. Yüreğinin daha fazla ıslanmasına izin vermiyor.
Birkaç güne bir ömrü sığdırdılar. İstemeseler de masal diyarından gerçek yaşama dönecekler… Ayrı yönlere kayan iki yıldız misali… Kayacaklar birazdan…
Ayrılırken; kendinin değerini bil, sen işlenmemiş bir cevher gibisin, diyor genç adam. Elini uzattı, üşümüş avuçlarını öptü narinin, kendini gözlerinde unuttu…
*****
Narin, o güne değin, nikah bağıyla bağlı olduğu adamın ilgisizliği üzerinden değersiz olduğuna inanmıştı. Çoğu kadının yaptığını yapmak zorunda kalmıştı. Hep başkalarının istediği gibi yaşadı. Beklentilere uygun davranmaya mecbur hissetti. Kabul görebilmek uğruna herkese, her şeye evet dedi. Gördü ki, kendinden geriye bir şey kalmamış.
O seyahatten sonra yaşama bakışı değişti narinin. Genç adam sayesinde, içinin derinliklerine gömdüğü KENDİNİ yeniden keşfetti. Şimdilerde kendini sevmeyi ve kendine güvenmeyi öğreniyor.
İşlenmeyi bekleyen bir cevher ise işçiliği kendisinin yapması gerekiyor, bunun farkında.
Doğuma yattı narin. Kendini yeniden doğuracak…