1951 yılının Kasım ayında, O da Antakya’nın Harbiye’sinde doğmuş. O da Nihat Aslanyürek gibi bir dost insan, bir can insan ve ne yazık ki, ne acıdır ki, birbirine bunca yakın iki dost birer gün arayla yaşama veda ediyorlar.
“Bir Alevi Efsanes”ni okudukça daha yakından tanıyorum Mehmet Ali Akyüz’ü: “Can idim, ışık oldum, ateş oldum, hava oldum, su oldum, toprak oldum. Kerpiç oldum, insanlara ev oldum. Bitkilere hayat oldum, ağaç oldum, meyve verdim karın doyurdum, ceylan oldum ovalarda, kuş oldum gökyüzünde semah döndüm ve en sonunda insan oldum.” diyen, diyebilen, böyle bir felsefeyi önemseyen bir insanı tanımak o kadar zor olmasa gerek.
İnançlarına, geleneklerine bağlı bir insandı Mehmet Ali Akyüz. Bu nedenleydi Hazreti Ali’nin; “Akla ve mantığa sığmayan şeyleri Allah söylemedi, inanmayın.” demesinin altını kalın çizgilerle çizmesi ve “Bir Alevi Efsanesi”nde öne çıkarma çabası.
Bugüne dek hiç bilmediğim şeyleri, tam da bir masal yumuşaklığıyla, bir efsane anlatımıyla öğrendim M. Ali Akyüz’ün bu çalışmasından.
“İnsanları kullanıp bir şey yapmak isteyen, bu arada yaptığını yasallaştırarak sorumluluğunu almak istemeyenler der ki: biz bunu Allah için yapıyoruz; kesinlikle yalandır. Allah bir insandan bir şey isteyecek kadar aciz midir?”
Bu söyleme şapka çıkarmaktan başka yapacak bir şeyimiz var mı? Bir Alevi efsanesini bizlere sunarken verdiği mesajlara baktığımızda, günümüz yaşananlarına bakış açınız değişmez mi?
Kitapta adı geçen Türkmen beyinin, kendisi gibi Türkmen olmayan iyi birini tanımlarken;
“O bizim Arap şeklimizdir, ya da biz onun Türkmen şekliyiz.” demesiyle Mehmet Ali Akyüz’ün farklı toplumlara bakış açısını öğrenmiş olmuyor muyuz?
Asi’nin bir başka adının Orontes olduğunu Mehmet Ali Akyüz’den öğrendim ben. Aynı Akyüz kitabının bir yerinde;
“Halkın anlayamayacağı şeyleri öğretmeyin, size isyan ederler.” tezini kullandığını görüyoruz. İnsanların bilinmezlere karşı duydukları saygı ile bu sözü karşılaştırdığımızda bir çelişki varmış gibi görünse de gerçek öyle değildir. Özellikle de okumayan, öğrenmeye açık olmayan toplumlarda bu tez her yanıyla doğrudur.
Kadın – erkek eşitsizliğine dikkat çekiliyor “Bir Alevi Efsanesi”nde. Erkek egemen toplumlarda kadının hor görülmesi, ezilmesi tanrı buyruğu gibi yutturulmaya çalışılıyor bildiğiniz gibi. Mehmet Ali Akyüz bu durumu da eleştiriyor efsanenin içinde. Böyle bir şeyin olamayacağını vurguluyor; ne kadar saygı duyulacak bir anlayış. Sözün burasında, efsanenin kahramanlarından Cemil’in şu sözlerine dikkat çekmeliyiz; “İnsan yaratanın bir parçasıdır dedik değil mi? Onda güç ve akıl var. Onun için insan adalet sistemini ve yasaları kurdu. Yasaları uygulamak için kadıları, korumak için askerleri düzenledi. Hakkını yediren aptaldır, korkaktır. Hakkını yediren, yenmesine ses çıkarmayan kimse aynı zamanda suçludur. Yaratanın kendisine verdiğine sahip çıkmamaktadır, bu nedenle suçludur.”
Bu bir anlayış sorunudur ve Mehmet Ali Akyüz’ün anlayışı budur ki çoğumuz bu görüşe, bu anlayışa katılanlardanız diye düşünüyorum…
“Elmayı başka bir dille tarif etmek, ama sonuçta elma elmadır.”
Bu söylem ve anlayış da “Bir Alevi Efsanesi”ndeki yerini almış.
Dar bir pencereden bakmazsanız bu sözün ne çok şey anlattığını görürsünüz. Dillerin ulusların yaşam gerçeklerini değiştirmediği gerçeğinin çok somut bir anlatımıdır bu tanımlama ve öylesine söylenmiş bir söz değildir.
Bu noktada bir ekleme daha yapmalıyız; kitaptaki isimlere ve ırklara bakın lütfen. Antakya’nın sahte bir şeyh tarafından kuşatma, işgal etme çabalarına direnenlerin kimler olduğunu görün. Alevi ya da sünni, Türkmen ya da Yahudi, zenci ve kuzey ülkelerinin sarışın, renkli gözlü insanları, yaşamları boyunca bir kez daha görmeyecekleri Antakya için, haksızlığa uğrama tehlikesiyle burun buruna olan Antakya insanı için canlarını feda etmelerini bir dile, bir dine ya da bir ırka bağlamanız olası değildir.
Soru şudur; Mehmet Ali Akyüz böyle düşünmese bunları yazabilir mi?
“Hz. Ali’nin dediği gibi; bundan sonra arkasından gidilecek insan varsa bilim adamıdır, yazılacak kitap varsa bilim kitabıdır.” diyen;
“İdris peygamber der ki insan ölümlü tanrıdır, tanrı da ölümsüz insan.” deme yürekliliğindeki Mehmet Ali Akyüz’den başka bir söylem bekleyebilir misiniz?
Efsanenin kahramanı olan Cemil’in, Alevi olmayan, Müslüman da olmayan Antuan’a;
“Alevi inancı sana anlattığım konuların içindedir. Onları çiğne, öğüt, diline, dişine sert gelenleri ayıkla. Kalan neyse yani kabullendiklerin neyse odur, senin bilmen gereken sır da odur.” derken gösterdiği hoş görüye bakar mısınız? Baskı yok, dayatma yok, “en iyisi benim inancımdır” gibi bir böbürlenme de yok.
Yörenin çok zengin olan yemek ve beslenme kültürünü, rakı adabını, gelenek ve göreneklerini ayrıntılarıyla anlatıyor Mehmet Ali Akyüz. Yöre kültürünü ve alevi inançlarının gereklerini genç insanlara iletmek gibi bir görev üstleniyor ki bu çabası ayrıca kutlanmalıdır.
Geliyoruz sistem eleştirilerine!” Bir Alevi Efsanesi”ndeki;
“Dünya yüzünde hiçbir savaş yoktur ki ticaret ve ticaret adamları işin içinde olmasın.” saptamasına kendimizce eklemeler yapabilir miyiz?
“Ticaret ve ticaret adamları” saptamasını günümüz güç savaşlarıyla anlatmaya çalışırsak, uluslararası tekelci sermayenin, kapitalist ekonomi kurallarının, emperyalist anlayışın adını söyleyebilir miyiz?
Efsanedeki Antakya kuşatması öncesi bir konuşma yapan Cemil birlikten güç doğacağını, bunun için de din, dil, ırk gibi kavramların değil, namuslu ve baskıya direnen yapıda olmanın yeterli olacağını söylüyor.
Bu anlayış ve söylem şu anda yaşadığımız Türkiye’nin, Anadolu topraklarının olması gerektiği birlikteliğin tanımlanması değil midir sizce de?..
Değerli Defneliler, değerli konuklar; çok kısa süre tanıdığım, tanımaktan onur duyduğum iki güzel ve özel insanı kendi bakış açımla sizlere anlatmaya çalıştım. Daha önce de söylediğim gibi, eli kalem tutan insanlar ya yaşadıklarını ya da düşündüklerini yazarlar. Hem yaşadıklarını hem de düşündüklerini yazan ve benim de düşüncelerine saygı duyduğum Nihat Aslanyürek ve Mehmet Ali Akyüz’ü saygı ile anıyor, ailelerinin ve sevenlerinin acısını bir kez daha paylaşıyorum…