Hataylı yönetmen Semir Aslanyürek’ten dolu dolu bir röportaj..
Aslanyürek, son filmi ‘Elif Ana’ hakkında konuştu, sorulara A’dan Z’ye yanıt verdi..
TOLGA KORKMAZ
Hataylı yönetmen Semir Aslanyürek, son olarak çekimini yaptığı “Elif Ana” filmi hakkında gazetemize açıklamalarda bulundu.
Yapmış olduğumuz röportajda muhabirimizin sorularına A’den Z’ye kadar yanıt veren Yönetmen Semir Aslanyürek, duygularını ÖZYURT’a döktü.
Sizleri daha fazla bekletmeden hemen röportaja başlıyoruz.
-En son “Elif Ana” diye bir film çektiniz… Elif Ana kimdir? Bu filmin çekim sürecinden kısaca bahseder misiniz?
1903 yılında Kahramanmaraş Pazarcık ilçesinin Pulyanlı köyünde dünyaya gelen Elif Sugan Anadolu erenlerinden bilinir. Yaşamı boyunca çobanlık yapan Elif Ana’nın gelecekteki önemli olayları öngördüğü anlatılır. Bu olaylardan biri de 1978 yılı sonunda Kahramanmaraş’ta yapılan katliamdır. Elif Ana filminin senaryosu İsviçre’de ikamet eden Nihat Behram tarafından yazılmıştı. Tabi ne benim ne de ortağım Kâzım Öz’ün bu projeden haberimiz yoktu. Hatta bizden önce başka bir yönetmene önerilmiş fakat bilemediğimiz nedenlerden dolayı filmin çekimlerine başlanmamıştı. Günün birinde oyuncu Orhan AYDIN yoldaşımız “Elif Ana – İyiliğe Giden Yol” diye bir senaryo gönderip onu okuduktan sonra konuşacağımızı söyledi. Senaryoyu okurken yakın arkadaşım ve öğrencim Kâzım Öz arayıp Orhan AYDIN’ın kendisine bir senaryo gönderdiğini ve senaryoyu okuyup görüş bildirmemi istedi. Senaryo bir gün önce bana gelen senaryoydu. Kâzım’a aynı senaryonun bana da gönderildiğini söyleyince, Kâzım aradan çekilmek istedi. Oysa ben de aradan çekilip onu Kâzım’a bırakmak istemiştim. Sonunda Kâzım’a bi filmi ortak yönetmeyi önerdim. Kâzım memnuniyetle kabul etti, böylece ikimiz işe başladık. Elif Ana’nın yaşam hikâyesini araştırdıktan sonra senaryoyu yeniden yazma gereği duyduk. Nihayet Kâzım’la el ele vererek işe başladık. Lokasyon araştırmaları, oyuncu seçimi, çekim ekibini oluşturma derken 2021 Kasım ayında ancak çekimlere başlayabildik…
-Çekimler nerede yapıldı? Elif Ana filminin konusundan biraz bahseder misiniz?
Çekimler Kahramanmaraş, Pazarcık, Elbistan, Gaziantep, Adana, Malatya (Arapkir) ve Nurhak gibi değişik kent ve kasabalarda gerçekleştirildi. Bir de hem kış hem bahar çekimlerimiz vardı ki kış çekimlerimiz kasım ortalarında başlayıp ocak ayı ortalarında bitti. Bahar çekimleri de nisan ve mayıs ayları arasında yapıldı.
Filmin konusu bizzat Elif Ana’nın yaşamıdır. Küçük Elif henüz beş yaşındayken annesini kaybeder. Babası ikinci kez evlenir. Elif henüz çocuk yaşlarda dağlarda mağaralarda vahşi hayvanlar arasında dolaşır. Babası köylülerle onu vahşi doğada ararlar. Elif biraz büyüdükten sonra amcasının oğlu ve aynı zamanda nişanlısı olan Arap Ali ile çobanlık yapmaya başlar. Tabi Elif Ana’nın yaşamı anlatılırken fonda Seferberlik yıllarında Yemen’e asker gönderilmesinden Kurtuluş Savaşı’na, Gaziantep’te Karayılan’ın Fransızlara karşı direnişinden 1968 devrimci hareketine ve en son 1978 yılı sonunda büyük bir olasılıkla CIA eliyle gerçekleştirilen Maraş katliamına kadar cereyan eden önemli olaylardan kesitler arz edilmektedir…
-Söylediklerinizden Elif Ana projesinin uzun bir döneme yayıldığı ve kalabalık bir kadroyla gerçekleştirildiği anlaşılıyor. Bu durumda yapım bütçeniz epey kabarık olsa gerek! Bunun altından kalkabilmek için ciddi sponsorlarınızın olması gerekiyor…
Evet yaklaşık olarak seksen küsur yıllık bir dönem söz konusu. Kadromuz da oldukça kalabalık bütçemiz de hayli kabarık… Türkiye’de sponsorluk diye bir müessese olmadığı için filmi yapımcılarımız Ökkeş Sevimli, Ali Sekmeç, Hasan Sekmeç ve Kâzım Çarman’ın öz kaynaklarıyla gerçekleştirdik. Yapımcılarımız sağ olsunlar, tüm dünyada ve özellikle ülkemizde yaşanan ekonomik krize rağmen hiçbir külfetten kaçınmadılar. Böyle bir film başka türlü yapılamazdı zaten…
-Sinema haberlerine baktığımızda filmin Avrupa’da 73 salonda gösterime girdiğini görüyoruz. Ancak Avrupa’nın filme gösterdiği ilgiyi Türkiye’deki salonların göstermediği anlaşılıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Asıl değinmek istediğim nokta da bu işte! Sinema salonları deyince insanın aklına ilk önce İstanbul gelir. Ancak İstanbul’daki salonlar sanki kasıtlı bir şekilde filmi gösterime sokmak istemiyorlar. Ankara, İzmir gibi metropollerde de öyle… Dolayısıyla filmimiz daha çok kenar mahallelerdeki salonlarda veya merkezde ise “ölü” seanslara yerleştirildi. Üstelik izleyicilerin yoğun baskısı ve talebi karşısında bazı merkezi salonlarda gösterime soktular. Ancak benim en çok dikkatimi çeken de filmin Antakya’daki salonların hiçbirinde gösterime girmemesi oldu. Bunun nedenini gerçekten çok merak ediyorum:
Düşünün ki Antakyalı ilk yönetmen benim. 2000 yılından bu yana çektiğim filmlerimin tamamı Antakya hikayelerinden oluşur ve Antakya’da çekilmiştir. Öyle ki ben Antakya’da ilk filmimi çektikten sonra sinema yapımcı ve yönetmenleri Antakya’nın müthiş doğasını, doğal bir film platosu olduğunu keşfetmişlerdir. Hepimiz biliriz ki sinema (veya diziler) oldu olası İstanbul’da çekilir. Ama Antakya keşfedildikten sonra yani “Şellale” filminden sonra Antakya film ve diziler için doğal bir plato haline geldi. Antakya o gündür bu gündür belki İstanbul’dan sonra en çok film ve dizilere ev sahipliği yapmaya başlamıştır… Düşününüz ki bir gün Harbiye’ye gelmiş ve kuzenlerimin oteline (Özcihan Otel) yerleşmiştim. Ertesi gün kahvaltıda Latin Amerika’dan gelen kalabalık bir turist grubu ile tanıştım. Bunların tamamı yaşlı insanlardı ve Arapça veya Türkçe konuşuyorlardı. Merak edip birilerine nereden geldiklerini sordum. Meğer 1930’lu yılların sonlarına doğru, Antakya Fransız işgali altındayken Antakya’dan göç edip Latin Amerika’ya yerleşmişler. Sohbet ilerleyince seyahatlerinin sebebini sordum ve aldığım cevaba çok şaşırmış bir o kadar da sevinmiştim. Meğer ülkelerinde “Şellale” filmini izleyince özlemle tutuşup Antakya’yı ziyaret etmeye karar vermişler…
Bütün bu anlatılanlardan sonra haykıra haykıra sormak istiyorum: Son filmimin Antakya’da gösterilmemesiyle ödüllendiriliyor muyum? Neden Elif Ana filmi Antakya salonlarında vizyona giremiyor? En saçma filmler vizyonda oldukları halde neden Elif Ana gibi ciddi bir filme yeşil ışık yakılmıyor? Antep’te Maraş’ta, Malatya’da, İzmir’de, Ankara’da ve hatta İstanbul’da filmin gösterimi sağlandı. Neden Antakya bu kadar sessiz?
-Pekâlâ, şimdi de gelecekteki projelerinizden biraz bahseder misiniz? Gelecekteki projelerinizde Antakya var mı yine?
Antakya var mı yine, ne demek? Antakya benim ana rahmimdir! Bu cevap size bir şey söylüyor mu? Önce gelecekteki projelerimden söz edeyim, daha sonra tekrar Antakya mevzuuna döneceğiz…
Gelecekteki projelerim derken büyük bir olasılıkla film projelerimi kastediyorsunuz… Fakat gelecekteki projelerim arasında o kadar çok şey var ki… Nereden başlasam bilmiyorum. Ama mademki ben film yönetmeniyim, önce film projelerimden bahsetmem yerinde olur.
Şu an neredeyse çekime hazır on – on beş kadar senaryom var! Fakat her birini çekebilmek için ciddi bir bütçeye ihtiyaç var. Diyeceksiniz ki dijital kanallar var, fellik fellik proje arıyorlar. Evet ama benim yazdığım senaryolar ciddi temalar ve belli başlı bir dünya görüşü üzerine kurulu… Oysa günümüzde talep edilen filmlerde kimse ciddi bir şey olsun istemiyor. Fakat ben saçmalayamıyorum ve insanları uyutan, gıdıklayan, hiçbir şey vermeyen, hiç etkilemeyen bir senaryo yazamıyorum. Şu an benim için dört film projesini çekme idealim var. Bu filmlerden her biri, uzun yıllarımı geçirdiğim şehirlerin isimleriyle anılacak. Birincisi “Antiocheia” ikincisi “Damascus” üçüncüsü “Moskova Senfonisi” dördüncüsü de “İstanbul İstanbul”… Bu filmlerde en zoru ve en pahalısı “Antiocheia” yani Antakya’dır ve film olayları milattan önce üç yüz yılında cereyan eder. Belki tarihin tanık olduğu en enteresan aşk hikâyesini de barındırmaktadır. Üstelik bir epizod milattan önce bir epizod da günümüz olarak kurgulanacaktır…
Diğer projelere gelince… Belki de en önemlisi “Antakya Film Akademisi” ve “Antakya Felsefe Okulu”nun tesis edilmesidir. Bunlara ek olarak Harbiye’deki büyük mağaranın turizme açılması da var… Hatta ve hatta Antakya Patrikhanesinin Antakya’ya taşınması bile hayalimdeki projelerim arasında…
Yazımına yıllar önce başladığım ve lirik tarzda yazdığım “Antakya Destanı” ve yine de yazımına 1980’li yılların ortalarında başladığım epik roman tarzındaki “Siriada” diğer adıyla “Daniel’in Mağarası” adlı epik romanı bitirebilmek en büyük arzum…
Bu yıl (2023) mart ayının ikinci gününde Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Yapım ve Tasarımı (eski adıyla Sinema Televizyon) Bölümünde tam 33 yılımı dolduruyor olacağım. Yani 33 yıldır Film Yönetimi, Sinema Dramaturjisi (Senaryo) ve film kurgusu derslerini veriyorum. Ne yazık ki eğitimimiz son yıllarda formaliteye dönüştüğünden artık emekli olup projelerimi kovalamak istiyorum…