İnsan ve makam

Çoğu zaman makama oturan kişi o andan itibaren kendisi olmaktan uzaklaşıyor ve bir başkası oluyor. Birilerinin dediklerine göre hareket ediyor. Kendi doğruları ve yanlışları yoktur. Kendini o makama oturtan/oturtanların doğruları ve yanlışları vardır. Söz veremiyor, verse de kendi sözü geçersiz oluyor. Kendisini makama getirenlerin kurşun askeri, piyonu oluyor. Bu da o kişide itibar kaybına yol açıyor. Güven vermeyen, tutarsız, yalan söyleyebilen, söylediğini unutabilen bir kişiliğe bürünüyor. Bir müddet sonra gerçek dostlarından uzaklaşıyor, yakın çevresi değişiyor, etrafını menfaatçiler ve yalakalar dolduruyor. Bu tipler makamdan uzaklaştığında selam verecek adam bulmakta zorlanıyorlar. Çünkü hem gerçek dostlarını kaybetmiş hem de yalaka takımı kendisini terk etmiştir. Gerçek dostlar onun kişiliğine değer verir. Yalakalar, çıkar çevresi ise makamına önem verir.
Bürokrat siyasetçi ilişkisini dengelemek gerçekten zordur. Hassas bir terazi gibidir. Dengeyi bir kaybedersen her şey alt üst olur. Makama gelenin niyeti ile makama getirenlerin niyeti paralellik arz ediyor mu? Niyetler halisane mi? Makam sahibinden beklenen iyi bir yönetici olması mıdır, yoksa denileni, istenileni sorgusuz sualsiz yapması mıdır?
*
Yıllar öncesinin bir tespiti şöyle:
“Bütün bakanlıklarda çalışan üst seviye bürokratlar üstlerindeki iradeye yüzde yüz boyun eğdikleri için makamlarını koruyabilmektedir. Siyasi iradeye ters bir görüş belirtmek gibi bir lüksleri yoktur, şimdiye kadar da olmamıştır.” (Buğra Başkurt, Ortadoğu-28 Ekim 2001)
Değişen bir şey var mı?
*
“Türk bürokrasi sistemi kişilikli bürokratların kişiliğini bozmaktadır. İyi yetişmiş bürokrat, doğru görev yapma konusunda iki tercihle baş başa kalmaktadır. Bunlardan biri, iktidarda olan siyasi görüşün emrettiği yanlışın altına imza atmak, ikincisi ise istifayı basmak!..
İstifayı basma cesareti gösterenler, üç beş yıl sonra bu tercihi yapmaya kendisini zorlayanlara teşekkür etmektedirler. Oysa, yersiz siyasi baskılar karşısında yutkunarak makamı korumaya çalışanlar ise kişiliklerini kaybetmektedirler.” (Alper Karabudak, Büyük Kurultay-3 Ocak 2000)
Peki bugün istifa edebilen var mı?
*
Bir başka açıdan da şöyle bakılabilir:
“Bu koltuk ne menem şeyse, oraya kurulan kendi olmaktan çıkıyor ve ilk işi olarak; kendisini oraya seçenlere veya atayanlara ters düşmek oluyor!
Yalan makinesi gibi bir de ‘makam makinesi’ olsa; göreve başlamadan insanımız, bu makam makinesinden geçirilse diyorum! Acaba, kaç kişi, makamında hak ederek oturur? Yoksa, bütün koltuklar boş mu kalır?!
Hele de şu siyasetçilerimizi; seçim öncesi vaatleriyle seçimden sonraki görevdeki halleriyle, bu makam makinelerine oturtup testten geçirsek, yüzde kaçı koltuğunu hak eder?” (Fuat Bol, Türkiye-25 Haziran 2002)
*
Bazen makama uygun insan bulunamıyor, bazen de özellikle bulunmuyor. Hangi makamı verirseniz verin kabul eden tipler bulunmaktadır. Kişiyi genel müdür yapıyorlar, eyvallah diyor. Genel müdürlükten alıyorlar daire başkanı yapıyorlar yine eyvallah diyor. Oradan da alıp şube müdürü yapıyorlar hala eyvallah diyor. Bir kenara çekilip de şerefiyle asli görevini yapmıyor.
Yüksek bir makamda bulunan namuslu bir insan görev süresi sona erdiği zaman, “zengin” değil, “saygın” biri olmalıdır.

Ne kadar güzel bir tespit:
Makam yüksek, adam alçaksa, koltuk israfıdır.
Makam küçük, adam büyükse, adam israfıdır.

Cenaze namazları “Makam sahibi niyetine” diye değil “Er kişi” ya da “Hatun kişi niyetine” denilerek kılınıyor.
O halde bu makam hırsı nedir?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir