Bilindiği üzere yaratılış bir hiyerarşidir. Yaratılış cansız, bitki, hayvan ve insan seviyelerinden ibarettir ve toplum da aynı hiyerarşiden oluşmaktadır. Yani insan gibi bir bedene sahip olmak esasen insan olmak değildir. İnsan olmak denilen şey “insan” ı ayrıcalıklı kılan bir vasfa sahip olmak demektir.
Bilindiği gibi cansız seviye kendi hayatını muhafaza eden seviyedir. Tıpkı toprak, kayalar gibi toplumun çoğu da normal gündelik hayatlarını yaşamakla ilgilenir. Bitkiler, çevresinden faydalı şeyleri kasten alarak büyür, tıpkı bitkiler gibi toplumun zenginleri de çevreden beslenerek kendilerini zengin yaparlar. Hayvan seviyesi hareket halindedir, alt seviyelerin vasıfları ile birlikte kendisi için bir alan, yer ve bölge tayin eder. Toplumda yer edinmiş, itibar ve kontrol amelleri olan insanlar da bu hayvan kategorisindedir.
İnsan tüm bu alt kademelere rağmen, zaman hesabı yapabilir ve gelecekteki bir amaç için hedef koyabilir. Ancak insanı esas ayrıcalıklı kılan faktör, bir başkasını hissedebilmesidir. Bu tanıma gelmesi için de gelişmiş bir varlık olması gerekmektedir. Söylemeye aslında gerek yoktur ama, topluma bakarsanız esasen insan göremezsiniz. Zira toplumda o kategoride varlıklar henüz yok.
Bu yüzden makalenin adı “insan olmak.” Yani henüz olmadığın bir şeyi ilerde nasıl olabileceğine dair bir makale.
Yaratılış itibariyle doğamız bilindiği üzere haz almaya programlıdır. Egoizm yazılımı sayesinde bu doğasını devreye sokan kişiler egoizmlerinin gelişmişliklerine göre toplumda cansız, bitkisel ve hayvansal olarak yaşarlar. Doğanın hiyerarşisi ile toplumun hiyerarşisi bir ve aynı şeydir.
İnsan hissi olarak daha gelişmiş bir varlıktır bu yüzden başkalarının mutluluğuna, hüznüne, heyecanına ve kızgınlığına ortak ve paydaş olabilir. Kendisini bir nebze başkasının yerine koyabilir ve o şekilde kendisini değerlendirebilir.
Ancak kapasitesi bu durumda olup da bu şekilde yaşamadığı için alt seviyelere ait bir hayat sürmektedir. Yani kendi arzularını tatmin etmek için çalıştığı sürece hayatı da ya cansız, ya bitki ya da hayvan seviyesindedir. Bedeni bir insan gibi olsa da, insan kapasitesine göre yaşamadığı için ‘insan’ olarak adlandırılmaz.
Dolayısıyla ‘insan olmak’ için öncelikle başkalarını hissedebilmem ve onların hisleriyle kendimi kıyafetlendirebilmem ve onların arzularını hissederek onlara yönelik faydalı olmam gerekmektedir.
Başkalarını hissedebilmem için de öncelikle kendime verdiğim gereksiz önemi (egoizmimi) indirgemem gerekir ki, en azından bir diğeriyle ortak ve eşit bir seviyede bulunup hislerimin gelişmesine sebep olabileyim. Bu kişinin tıpkı meslek edinirken oturup çalışmasına benzer ve bu beceriyi de ancak çalışarak edinebilir. Böyle bir edinime sahip olursa ‘insan’ tanımını alır.
Hal böyleyken sizler de görüyorsunuz ki dünya sadece vahşi hayvanların alemi…
Ancak bedensel bir insan formunda olduğumuz için, anlamamız gereken bir şey daha vardır. Doğanın kanunlarında her varlık yaratılış seviyesinin amacına ulaşacaktır.
Bir elma çiçeğinden elma olacak ve insan bedeninde doğan bir varlık da öyle ya da böyle doğa tarafından gerçek anlamıyla ‘insan’ tanımına giren bir varlık haline getirilecektir.
Dolayısıyla ‘insan olmak’ bir özgür seçim noktasıdır. Zira bedenlerde, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri yaşayanların özgür seçimi olduğunu söyleyemeyiz. Tıpkı doğanın içgüdüsel varoluşa göre yarattığı cansız, bitki ve hayvanlarda da özgür seçimin varlığından bahsedemeyeceğimiz gibi.
Dolayısıyla hayatta kızacak hiç kimse yok. Zira hâl böyleyken ne günah işleyen var ne de sevap.
Ancak “insan” denilen bir varoluş seviyesi edinenler için özgürlük ve özgür seçimden bahsedilebilir. Sokağa bir bakın… İnsan olmak isteyen kaç kişi görüyorsunuz?