Zamanın birinde bir çiftçi vardı. Ekip biçtiği geniş tarlaları, küçük baş-büyük baş hayvanları ve güzel bir ailesi olan bir adamdı bu çiftçi. Buğday ekip biçerdi. Her yıl iyi mahsul alır, buğdayı değirmende öğütür ve unu pazarda satar geçinip giderlerdi.
O yıl yine tarlalarına buğdayı ekti, hayvanlarının ona sunduğu gübre ile güzelce besledi. Şimdi iş Rabbine kalmıştı. O da yağmurlarını gönderecek, tarlalar sulanacak, ekinler büyüyecek, başaklar buğday verecek ve bereket olacaktı. Lakin o bahar beklenen yağmur gelmedi. Daha sonraki günler ve aylarda da yağmur yağmadı. Çiftçi elindeki suyu tarlalara harcadı ise de yeterli sulama yapılamadı. Ekinler büyüdü lakin güdük kaldı. Başaklar tam olgunlaşmadı ve beklenen verim alınamadı.
Bu zaman zarfında, çiftçinin karısı hayvanları otlatıyor, sütlerini sağıyor peynir ve yoğurt yapıyor pazarda satıyordu. Koyunların yünlerini alıyor, yünü eğiriyor, yaptığı iplikten patikler, kazaklar, yelekler örüyor yine pazarda satıyordu. Geçim derdiydi. Yapacak bir şey yoktu. Fakat peynir, yoğurt, süt, patik, yelek hem kendilerine hem geçime yetmiyordu.
Çiftçi adam her gün yağmur duasına çıkıyor Rabbinden “su” dileniyordu. Lakin beklediği olmuyordu. Tek bir damla yağmur yağmıyordu.
Çiftçi adamın karısı koyunları ve inekleri tarlalarında otlatmaya karar verdi. Hayvanlar tam olgunlaşmamış başakları yediler. Daha çok süt verdiler. Kadın sütlerden daha çok yoğurt yaptı, peynir yaptı pazarda satarak daha fazla para kazandı. Fakat çiftçi adam her gün tarlalarına gidip yağmur yağması için dua etti. “Buğday olmadan geçinemeyiz, Un satmadan geçinemeyiz. Mutlaka yağmur yağmalı” diye sürekli söyleniyordu.
Karısı onu dinlemedi. Güdük kalan tarlalara hayvanları daha fazla saldı ve daha fazla doyan hayvanlar eskisinin on katı süt ve yün verdi. Kadının sattığı kalitesi yüksek ürünler çevre köylerin pazarlarında da ün yapmaya başladı. Herkes ürünlerini kapış kapış alıyordu. Böylece kadın un satarak elde edecekleri gelirin birkaç katını, o kış peynirden, yünden, sütten, yoğurttan elde etmiş oldu. Fakat kocasını bir türlü ikna edemiyordu. Adam sürekli “ buğday” diyor başka bir şey demiyordu. “Un” diyor başka bir laf etmiyordu. “Yağmur” diyor ağzından söz çıkmıyordu. Ailesinin kazancını ve geçim için yaptıklarını görmez olmuştu.
Bu durumdan rahatsız olan kadın, köyün ileri gelenlerine konuyu danışmaya gitti. Onlardan yardım istedi. Kocasının bu durumunu şikayet etti. Zira kocası hastalanıp yataklara düşmüştü.
Köyün ileri gelenleri adamı çağırdılar. Ve ona nasihatte bulundular. “Gel çiftçi kardeş. Duyduk ki hastalanmışsın. Geçmiş olsun. Bu sene yağmur yağmadı. Verim alamadık. Fakat karın akıllıca davranmış. Senin tarlalarından edinemediğin verimi, hayvanlarından elde ederek sana büyük yardımda bulunmuş. Fakat sen bunu görmez olmuşsun. Üstelik Rabbine isyan ediyormuşsun. Rabbin sana yağmur göndermedi diye isyankar olmuşsun. Hasta olup yataklara düşmüşsün. Rabbin hikmetinden sual olmaz. O rahmetini esirgemez. Bereketini bir şekilde sana gönderir. Sana akıl vermiş. Kalbini aç ve o aklı iyi değerlendir istemiş. Lakin sen at gözlüğünü çıkarmamış, Rabbinin sana sağladığı imkanları görememişsin. Rabbimizin batıni sırları böyledir. Ledün İlminin sırrına vakıf olabilmek, aklı kullanmak ile mümkün. Her mizansenin bir mizahseni vardır. Bunu görebilmek için gönül gözünü açman gerek. Var git şimdi karına yardım et. Onu muvaffak eyle, gönlünü hoş tut ki, Rabbin de seni affetsin.”