“Hırsızlık” dendiğinde, çalmanın çirkini gelir akla. Yoksa, “kalp çalmak”, “gönül çalmak”, “enstrüman çalmak” da var ve hiç biri de kötü şeyler değil bunların. Hiç birine de “hırsızlık” denmez.
Dünyanın her ülkesinde, her cinsten, her ırktan, her dinden insan çalar. Hırsızlığın dini, dili, ırkı falan yok demek ki ve herkes kendi ülkesini bilir ancak. Sanır ki, en çok kendi ülkesinde hırsızlık vardır, en çok kendi ülkesinde çalınıyordur.
Biz de kendimizi biliriz. Bizim de hırsızlarımız vardır yani de, önemli olan, çaldırmaması gerekenlerin çalıp çalmadıklarıdır.
Bizden uzak olsun, dileyelim de bizdekiler çalmasın diyelim ve bir öykü paylaşalım sizlerle. Birazcık gülümseyelim…
Zamanın ve kasabanın birinde, her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Ne ki, gün doğarken geri döndüklerinde kendi evlerini de soyulmuş olarak bulurlarmış. Ama ülkede kimsenin zararı olmazmış. Olmazmış çünkü, herkes birbirinden çalarmış.
Günün birinde dürüst bir adam çıkmış ve geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı yeğlemiş. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, kasaba halkı ona kızmaya başlamış:
“Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:
“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir…”
Yazımız biterken, Indra Ghandi’nin şu ünlü deyişini de ekleyelim isterseniz:
“Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır.
Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.”