“Hiç” likten önce kendimi “Hep” zannederdim. O anda madde dünyasında yaşadığım deneyim her nasılsa “hep” sürecekmiş gibi gelirdi bana ve hatta bunun Hep’liği için mücadele eder dururdum da. Mevkiin var, orada kalmak için çabalıyorum, gücüm var o güç hep bende olacak sanırdım. Acılı bir kurban senaryosu içindeyimdir ve tüm hayat böyle derim ve de acıma acı katacak nice konu bulurum. Sürekli ve sürekli içinde bulunduğum o Hep’in sürmesi için döner dururum. Kuyruğumu kovalamak gibi.
İşte şu illüzyon denilen şey bu “hep”lik olsa gerek diye de düşünmeden edemiyor kalbim. Bilgisayar oyunu gibi bu sanki, yorulup kapatmadığım sürece çıkışı da yok, çünkü oyunu kuran öyle bir yazılım ve donanım kullanmış ki oyunun oyun olduğunu fark etmek bile başlıbaşına bir oyun şapşiğim.
İşte bir yerde her neyi yaşıyorsam öyle bir senaryo gerçekleşiyor ki “Yeter!” deyiverdiriyor. Dönüp duruyorum ama yetti. Güç oyununda isem ya gücüm gidiyor ya da doyumsuzluktan artık dengem bozulmuş oluyor ve sert deneyimler karşıma çıkmaya başlıyor, acının içindeysem bile onun da yeter dedirten noktası var… (fakat bu noktaya gelebilmek kimileri için nesiller, hayatlar boyu süren bir yolculuk gibi geliyor bana…)
İşte tam da bu noktada “hep” perdesi yırtılmaya başlıyor. Artık benlik iddiam bitmiş, mecalim kalmamış. “Hiç”liğe adım atmışım gibi…
İşte o vakit Kudret’in kokusunu almaya başlıyorum. O dünyevi “Güç” tanımlarının çok çok ötesinde hissettiriyor kendini…
Dünyevi oyundan çıkmış oluyorum… “Oh!” diyorum sonunda…
Fakat…
Bu da yeni bir oyun başlangıcı sevgili şapşiğim. İlahi oyunun yeni bir seviyesi gibi. Haydeee!
“Hiç” beni yeni bir “Hep”e açıyor ve de vakti gelince de o “Hep”ten “Hiç”e geçtikçe yeni yeni seviyeler açılıyor… “Kudret” hep benimle bu süreçte ve her zaman, ama onu nasıl kullanacağım da zaten yolculuğumu belirliyor…
Sonsuza dek!