ŞEYH NAFİ!
Yazı dizisi (1)
Bundan tam 56 yıl önce Çekmece de dünyaya geldim. Babam yoksul bir köylü annem ise babama dedemden kira almadan verilmiş iki gözlü bir evin hanımı. Çok iyi hatırlıyorum bir odada 5 kardeşimle birlikte uyurduk. Tabi annem ve babam. 8 can ve hepsi aynı odada. Yememeğiz, içmemiz, yatmamız, oturmamız hatta yıkanmamız hepsi ama hepsi o odada…
Diğer oda da kocaman tahtadan bir ambar vardı. Üç bölmeliydi. Bölmelerin birinde buğday, birinde bulgur ve diğeri ise un doluydu. Ambarın alttan çekmeli bir penceresi vardı. O pencereyi yukarıya kaldırdığınızda ihtiyacınız kadar Buğday, Bulgur veya Un alabilirdiniz. Bölmeyi aşağı bıraktığınızda ise kapanırdı. Ambarın hemen yanında ki duvar ile ambar arasında ki boşlukta 2 teneke vardı. Sanıyorum ki her biri 25 veya 30 kilogram alırdı. Onda da zeytin yağı bulunurdu. Babam yoksul olmasına rağmen o dönem ülkede alım gücü yüksek olduğu için her baba gibi yıllık erzağımızı toplu alabiliyordu. Yıldan yıla Buğday, Bulgur, Un, Zeytinyağı, Şeker, çay gibi temel maddeler hep çuvalla alınırdı. Bir yıl boyunca kullanılmak üzere depolanırdı. Yanılmıyorsam Arapça da bu işe (Müni) denirdi.
*
6 çocuğa bakmak elbette hiç kolay değildi. Sadece çiftçilik yapan babam mevsimine göre domates, biber, salatalık, ıspanak, zılk, tere otu, turp gibi sebzeler yetiştirirdi. Çiftçilik alanında bütün yük neredeyse babama kalıyordu. Annem ise ben dahil 6 çocukla ilgilenmek zorundaydı. Ahırda beslenen bir inek, iki veya üç dana olurdu. Bunlar annemin sorumluluğunda. Her gün ineği annem sağar ve 20 kilogram kadar süt elde ederdik. Hem akşam hem de sabah günde iki kez sağma işi yapılırdı. Elde edilen sütün bir miktarı yoğurt ve tereyağı yapılmak üzere evde bırakılırdı. Diğer kısmı ise Çekmece caddesi üzerinde ki köyün en eski Bakkalı Ali amcaya (Ali Kavukoğlu) götürülür satılırdı. Ondan elde edilen para ile aile geçiminin bir bölümü sağlanırdı.
Biraz da kaldığımız yerden söz edeyim size, Çekmece köyünün girişinde sayılabilecek yaklaşık 13 dönümlük arazi. Bahar ayında içinde ki erik, kayısı, asma, gibi ağaçların çiçek vermesiyle adeta cennete dönen bir tarla. Ağaçların sıklığı nedeniyle göz gözü görmezdi. Babamın babası dedeme yani Kamil Yasin’e aitti. Dedem iyi bir insan olmakla birlikte özellikle çocuklara ve babama mesafeliydi. Babamı diğer kardeşlerinden ayıran şey ise yoksulluğuydu. Tüm kardeşleri ya okumuş veya Almanya, Hollanda gibi ülkelere giderek yaşamlarını daha iyi hale getirmişti. Babam ise sürekli hastalığı nedeniyle bunu yapamamış ve hep yoksul bir hayat sürmüştü. Babamın hayatı çiftçilik yapmakla geçti. Onu çiftçilikten uzak tutan tek şey hastalığıydı. Zaman zaman yaşadığı mide ve baş ağrısı sorunu yüzünden sık yatağa düşerdi. İçki içmediği halde daha sonra yakalandığı siroz hastalığına yenik düşerek ölmüştü. Henüz 53 yaşındaydı ve yoksul doğduğu bu toprakları yine yoksul bir şekilde terk etmişti. O gün ben çırak olarak çalıştığım işten eve dönmüştüm ve evimizin bahçesinde ki kalabalıktan babamın zaten beklenen ölümünün gerçekleştiğini anlamıştım. Koşa koşa geldiğim sokağın başından eve kadar nefes nefese kalmıştım. Evet babam ölmüştü. O çınar artık yoktu. İtiraf etmeliyim ki çektiği acıya her gün şahit olduğum için ölümüne bir yandan da sevinmiştim. O çocuk aklımla babamın artık acı çekmeyeceğini düşünmüştüm. Ama yine de ‘bir şans sadece bir şans daha’ diye evimizin alt tarafında ki Nar ağacının altında ‘Allah’ım babamı öldürme, babam ölmesin’ diye dakikalarca ağlayıp dua ettiğimi hatırlıyorum. 1987 yılı Haziran ayıydı. Şimdi nedenini hatırlamıyorum ama o gün sokağa çıkma yasağı vardı. Babamı özel izinle birkaç kişi eşliğinde toprağa vermiştik. Şeyh Nafi artık yoktu. Annem 6 çocukla tek başına kalmıştı. En büyükleri bendim ve sadece 16 yaşındaydım. Çok zor bir hayat başladı. Tek başına bir anne ve 6 çocuk. Yokluk, sefalet hatta açlık adına ne varsa hepsini yaşadık. Zavallı annem bir yandan beslediği hayvanlara bakmaya çalışıyor diğer bir yandan ise evimizin önünde ki küçük tarlada bir şeyler ekerek evin geçimini sağlıyordu. Babamdan kalan dul ve yetim maaşı ile 6 çocuğun altısını okutmaya çalışıyordu ki bunu başardı. Ben hariç 3’ü kız ikisi erkek 5 kardeşimi üniversite mezunu etmişti. Tabi burada ortanca kardeşim Heysem’in hakkını yememek lazım. Biraz daha büyüdüğünde çalıştığı işte bize göre daha iyi para kazanıyordu. Anneme bu konuda ciddi yardımları olmuştur. Ben o zamanlar babamın ölüm tarihi olan 1987 yılına kadar hem okuyor hem de o zamanlar çocuklar tarafından çok sık yapılan ayakkabı boyacılığı yapıyordum. Kahvehanelere giderek orada takılan büyüklerimizin ayakkabılarını boyardık. Harçlığımız çıkıyordu. Bazen de iyi para kazandığımız olurdu. Babamın ölümünden sonra sanıyorum üç yıl kadar harita kadastro dalında iş yapan o zamanlar emekli Tapu Fen Memuru olan Fahri Türkmen amcamın yanında çalıştım. Sonrası zaten askerlik ve askerden dönüş derken yaş 22 olmuştu.