ERDEMİR, bizlere yabancı olmayan ülkemizin yüz akı bir kurumdur. Okul sıralarında öğrenmiştik. Sınavlarda soruları yanıtlamıştık. Bu işletmelerle onur, gurur duymuştuk. Coğrafya kitaplarında bir bilemediniz iki fotoğrafıyla kafamızda canlandırmaya çalışmıştık efsanevi kuruluşu. Ülkemize katkı sağlıyor, ihracımızda önemli yer tutuyordu.
Öğretmen olunca önce ver elini Sivas, arkasından Sakarya-Karasu’ya gitmiştim. Ereğli Karasu’ya bir iki saatlik uzaklıktaydı. Yılda bir iki kez öğrencilerimizle ziyarete giderdik. Zonguldak’ın maden ocakları, Ereğli’nin Demir Çelik Tesisleri bizler için yabancı değildi. Bacalardan çıkan duman ülkemizin onuruydu. Duman yaşamın göstergesiydi. Emeğin, alın terinin öbek öbek yükselmesiydi. Karnı doyan yüz binlerin terinin de kanıtıydı. Öğrencilerimize anlatırdık bu kuruluşların önemini. Aradan yıllar geçti. Karabük, İskenderun, Ereğli’deki tesislerin özelleştirildiğini okuduk. Özelleşmenin o kurumları daha da yükseltmelerini gönülden diledik…
Ereğli Şenliklerine çağrılıydım geçen yıl. Yıl 2010, aradan yirmi beş yıl geçtikten sonra Ereğli’ye gidecektim. Bizi oraya davet eden Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Necati Günay’dı. Aydın Ilgaz, Nilgün Ilgaz ve ben davetliydik. Nilgün Ilgaz’ın ilkokulu okuduğu ilçeydi. Bana çok ama çok değişmiş geldi. Yirmi beş yıl önceki ilçe böyle değildi. Büyümüştü, gelişmişti. Bıraktığım gibi değildi. Gazetesinde de yazmaktan mutluluk duyduğum Necati Günay, bizleri sevecenlikle karşıladı. Halkın Başkan dediği Necati Günay’ın renkli gözleri sevecenlikten ışıl ışıldı. Bizlere yer de ayarlamıştı. ERDEMİR’in Misafirhanesi’nde kalacaktık. Geceyi bize rıhtımda, sahilde yemek yedirerek, anılara dalarak, söyleşip konuşarak geçirdik. Şenlik nedeniyle ilçeye davet edilen Zülfü Livaneli’yi de dinledik.
Necati Bey, bizleri kalacağımız yere götürdü. Gece karanlığında görebildiğimiz kadarıyla ağaçlık içinde bir yerdi. Kalacağımız yerler tek katlı binalardı. Çiçek kokuları geliyordu gece karanlığında. Odalarımız da çok hoştu. Normal bir evde ne varsa hepsi vardı.
Rahat bir geceden sonra sabahleyin kuş sesleriyle uyanmanın güzelliğini yaşadık. Çiçeklerin renkliliği, kokusu bizlerin ruhunu yıkamaya yetmişti. Taş binadaki kahvaltıda çeşit zenginliğiyle gözümüz doymuştu. Kahvelerimizi binanın terasında içtik. Aydın Ilgaz’la beraber söyleşmek, onu dinlemek insana tanımsız bir keyif verir. Demir Çelik’in bacalarından tüten duman birçok şeyin de müjdesini veriyordu. Nilgün Ilgaz ise ilkokul öğretmenini bulma sevdasındaydı. Necati Günay, ben bulurum, demişti bir gece önce. Buldu da…
Ertesi sabah kahvaltımızı yine çatıda yapıyorduk. Bu kez çeşitler daha da zengindi. Açık büfe daha da zenginlemişti. Hafta sonları kahvaltıyla öğle yemeği birleşip çeşitler zenginleşiyormuş. Saydığım kadarıyla en az beş çeşit börek vardı. Su böreği yenmeyecek gibi değildi. Çeşitli peynirler, tereyağları, zeytinler, tatlı çeşitleri, yumurtadan yapılmış nice yiyecekler. Tesislerin Müdürü Gülçin Yüne, sorumlu Ercan Gültekin, tesis şefi Atilla Kuşenoğlu, şef Ahmet Yanmaz’dı. Kendilerine teşekkür ettim. Böyle bir tesisi çekip çevirmek hiç de kolay değildi. Sevgili çalışan dostların soyadlarını yanlış yazdıysam bağışlasınlar. Orada isim önemli değildi. Bir tesise gönül veren kişiler, sonunda ortaya çıkan güzellik tablosuydu. Çok yer gezdik, ben buna Aydın Abiyi, eşi Nilgün hanımı da katıyorum. Hepimiz aynı sonuca varmıştık. Her yeri çiçeğe bezemişler, işlerini tam anlamıyla yapmak için mücadele ediyorlardı. Üç dört kişi çekip çeviriyorlardı, ne mutlu ERDEMİR’e, böyle çalışanları vardı…
Öyle ki bir daha yolumuz düşerse otel gerek yoktu. Kalabilirsek tesislerde kalacaktık. Resepsiyondaki dostumuz, telefonu yazıp verdi. İstediğiniz zaman, buyurun, derken inceliğini gösteriyordu.
Ereğli’ye yolunuz düşerse eğer de tesislerde yer varsa kalın, güzelliği yaşayın. Demir Çelik her yaptığıyla örnek olmayı sürdürüyor. Misafirhane, bunun en somut örneği…