Hatırladıkça içim acıyor. Nereden başlayıp nereye geldik şaşıyorum.
Dünyanın belki de en önemli eğitim projesiydi Köy Enstitüleri. Yoksul köy çocuklarının, evlerinden alınıp köylerine kazandırılması gibi özetlenebilir; sıfırdan başlayıp sonuca ulaşmak.
Her şey insan için olmalı. Buradan bakınca, kimi okurlarımın şöyle bir eleştirisi de olabilir;
“Neden canlı için demiyorsunuz?”
Haklı da olabilirler. Ne ki, “insan” sözcüğünün içine hepsini katıyorum zaten. Kurdu, kuşu, böceği, çiçeği var sözlerimin içinde..
Köy Enstitüleri böyle bir projeydi işte. Köyüne öğretmen olarak dönen her genç, köyünün ve çevresinin yeşermesine, canlanmasına katkı sunardı. Onlar duvarcı ustasıydı, onlar marangozdu, onlar terzi, onlar veteriner, onlar iyi bir meyve yetiştiricisiydi…
Dünyanın gelişmiş ülkeleri, bizi adım adım ileriye götürecek olan böyle bir projeyi incelemeye aldılar. Kendi ülkelerinin gerçekleriyle bütünleştirip, ölçülerini kendilerince saptayıp, başka isimlerle uygulamaya koydular ve çok da başarılı sonuçlar aldılar.
Biz ne yaptık!..
Egemenlerin, toprak ağalarının işlerine gelmedi köy enstitüleri. Köy öğretmenleri köylerine ışık taşıdılar çünkü. İktidarlarının sallanmaya başlamasıyla da karşı cepheyi açıp yok ettiler. “Köy Enstitüleri” giderek “Öğretmen Okulları” oldu çıktı. Yetişen genç insanların pratiği azaldı, eğitim verme biçimleri teoride kaldı yalnızca…
***
Onları da yok ettiler giderek. Öğretmen Okulları da batmaya başlamıştı egemenlere. Adını değiştirip “Anadolu Öğretmen Lisesi” yaptılar, kısaltılmış, hızlandırılmış sistemlerle öğretmen yaratıp okullara yolladılar ve eğitimi yozlaştırdılar derken, sıra köylere, köy okullarına geldi.
Köylerdeki okulları da yok ettiler. Bakın, inceleyin şimdi, Türkiye’nin her köyünde en az bir cami varken, her caminin mutlaka kadrolu imamı varken, hiç birinde okul yok, öğretmen yok.
Bu bir projeydi ve adım adım uygulandı. Köyler imamlara, çocuklar da tek merkezden yönetilen merkezi okullara teslim edildi.
Birkaç yıl önceydi. Bir kentimizin valisi kent için bir değerlendirme toplantısı yapmıştı. Toplantıda eğitime bakışını da açık etmişti yaptığı konuşmayla. Bu bakış yalnızca kendisinin değildi kuşkusuz. Kendisini atayanların anlayışı idi aynı zamanda.
Gelelim sayın valinin konuşmasına, düşüncesine, kendisini atayanların eğitime bakış açısına. Sayın vali demişti ki; “Köy okullarını kapatmak zorunda kaldık.”
Böyle bir zorunluluğa nasıl varmıştı?
“Taşımalı eğitim sistemi öğrenci başarısı açısından daha sağlıklıdır ve başarılı bir şekilde taşımalı eğitim sistemini yürütüyoruz.”
Sayın valinin bu kanıya nasıl vardığını da bilemedim. Hangi başarıydı sözünü ettiği? Okullarımızın Türkiye ölçeğindeki başarı sıralaması hiç de öyle demiyordu çünkü!
“Okulların boş kalmasını istemiyoruz. Köy okulları muhtarlıklar tarafından değerlendirilsin. Okul binalarını boş tutmayın. Talep eden herkese hizmet için veririz.”
Köy okullarının çoğu yıkılıp gitti bile. Köylerde dalgalanan Türk Bayrağı yok artık.
“Yeni yapılacak okullarımızda öğrenciler rahat ulaşacak, bütün çocuklarımız yeşili hissedecek ve ağaçların gölgesinde oturacak. Bu konuda muhtarlarımız ve okul aile birliği çok önemlidir. Hayırseverlerin kapısını çalmaktan çekinmeyiniz.”
İşte anlayış tam da budur. Kaçaksaray’ın yapımı için hayırseverlere mi gidilmişti? Kaçaksaray’ın elektrik parasını hayırseverler mi ödüyor?
Yazık oluyor bize…