Gerçek bir yaşam hikayesidir
Onca yaşanmışlık onun muydu yoksa benim mi? Belki de hepimizdik aynı hüznü çoğaltan… Gece susuyor, derya anlatıyor…
*****
Sevinçle havaya açılan ateş sesleri hala yankılanıyor kulaklarımda, hiç unutmuyorum. Erkekler bir odada, kadınlar bir odada, biz çocuklar ise dışarıda bekliyorduk. O dönemde gebe kadınlar hastanelerde değil evde doğururlardı. Annem, komşu kadınların yardımıyla, bilmem kaçıncı çocuğunu doğurmaya yatmıştı. Hepimiz tedirgindik. Tedirgindik çünkü annemin erkek çocuk doğurması gerekiyordu. Bir kız çocuğunun daha doğmasına tahammülü yoktu kimsenin.
Ağlayan bebek sesi… Herkes doğan bebeğin erkek olmasını o kadar çok istemişti ki, bebek o telaşla erkek sanılıp öylece müjdelenmişti. Ablamın dışarı çıkması ve babama dönüp, “baba bir oğlun oldu,” deyişiyle beraber havaya açılan ateş eşliğinde sevinç çığlıkları yükselmişti göğe. Oysa doğan kız çocuğuydu. Ama erkek doğurmak zorunda olan annem bunu uzun süre babama söyleyemedi. Bir zaman sonra bunu öğrenen babam isyan ederek evi terk etmeye kalkmış, komşular tarafından zor ikna edilmişti.
Anam, mümkün olan en kısa zamanda tekrar hamile kalmıştı. Sanırsınız ki, evlenmek ve aralıksız erkek doğurmak için gelmişti dünyaya. Başka hiçbir seçenek sunulmamıştı ya da o bilmiyordu.
Yolculuk tamamdı, beklenen gün gelmişti. Ağlayan bebek sesi… Tüm yeryüzü sevince boğulabilirdi. Doğan çocuk erkekti. Havaya açılan ateş eşliğinde atılan sevinç çığlıkları çocuk yüreğimi tırnaklamıştı, unutmuyorum… Oysa benim doğumumla birlikte sadece ev değil, tüm yeryüzü suskunluğun koynunda can çekişmişti.
Asıl iş bundan sonrasıydı. Hükümsüz sayılan birkaç kız kardeş, şimdi bir erkek çocuğun varlığı koşulunda yaşamaya zorlanıyorduk. Bunun ne anlama geldiğini her geçen gün daha iyi anlayacak, darmadağın olacaktı iç dünyamız.
Babamla birlikte sofraya oturup yemeklerin en güzeli yemek “kardeşimizin” hakkıydı. Kendisine en güzel giysilerin alınması, gidilen her yere götürülmek, kahvaltıda süt, yumurta, ballı ekmekler onun… Bizlerinse, bu ayrımcılığın can yakıcılığıyla çırpınmak düşerdi payına. Çocuk yüreğimize nefret tohumları ekilmişti. Ne bunca arzulanan erkek kardeşimizi sevebiliyorduk ne de bizi görmeyen anne-babamızı.
Kızlar olarak kendi aramızda örgütlenip, erkek kardeşimize eziyet etme yöntemleri geliştirdik. Uyurken altını ıslattığı sanılıp dövülsün diye yatağına su döker, bize yasaklı kılınıp kendisine ayrılan kaymaklı yoğurda acı toz biber katıp yedirir, bağıra bağıra ağlamasını keyifle seyrederdik. Her fırsatta çimdikleme, dövme, huzursuz edip ağlatma sıkça başvurduğumuz yöntemler arasındaydı. Anne-babamızın bizleri sevmiyor, dışlıyor ve kötü davranıyor oluşunun çocuk dünyamızdaki karşılığı, kardeşimize eziyet etmekti. Böylece ona sunulan bunca ayrıcalığın bizden esirgenmiş olmasının acısını ona ödetecektik. Belki de bu, ruhumuzu onarmanın bir başka biçimiydi, kim bilir…
Bizimle birlikte incitilmişliğimiz de boy verdi. Aileye, hatta tüm dünyaya kırgındık. Oysa onlar bunun farkında bile değildi. Bizlere doğal bir süreç gibi dayatılan o yaşanmışlıklar açık bir yara gibi durmakta içimde.
Her türlü duygu geçti aramızdan, büyüdük. Ama sevgisiz, doyumsuz ve kırık bir kalbi taşıdık bugüne. Doğumumuzdan çocukluğumuza, gençliğimize kadar maruz kaldığımız cins ayrımcılığının, yeterince ilgi ve sevgi görememiş olmanın ruhumuzdaki izlerini hala taşıyorum. Böyle bir aile ortamında büyüyen herkes gibi ben de tatmin olmamış yanlar, kocaman boşluklar taşıyorum içimde. Erkek kardeşime duyduğum sevgisizlik çok uzun sürdü. O da büyüdü, askere gitti. Tüm bunların aslında onun suçu olmadığının henüz farkına varıyor ve onu sevebilir miyim, diye düşünmeye başlıyorum. Aynı ilgiyle büyüyebilmiş ve onu sevebilmiş olmayı çok isterdim. Onca zaman sonra, ailemizin ayrımcılığı aramıza girmişken kardeşimi sevmeyi yeniden deniyorum.
Evlendim. Hamile olduğumu öğrendiğimde bir kızım olmasını diledim. Nedense erkek çocuk doğurmayı reddediyordum. Benim gibi cins ayrımcılığının yarasıyla büyüyen tüm kadınların ilk başlarda bu duyguyu güçlü bir şekilde yaşadıklarını sanıyorum. İstisnalar var mı bilemem, ama hepimizi erkek çocuk niyetine doğurmuşlardı. Bunu biliyor olmanın ezikliğiyle yaşadık, yaşıyoruz…
Tüm bunlar hala açık bir yara gibi sızlıyor içimde. Biraz daha konuşursam…
*****
Sustu… Biraz daha konuşsa ağlayacaktı, biliyorum. Tüm kadınların öyküsünü dillendirmişti. Elini tuttum, yüreğimi yüreğine katıp gecenin hüznünü çoğalttım yıldızlardan habersiz.
İki kadının birbirlerine bakması, iki yaranın birbirine değmesidir aynı zamanda.
İki yaranın birbirine değmesiydi, deryayla her buluşmamız.