Geçimini emekle sağlayan insanların ellerini izlemeyi severim.
Sahilde yürürken avdan gelen balıkçının, kayığa ait halatı karaya attıktan sonra kazığa bağlayan ellerini.
Kestaneleri bıçakla çizerken diğer taraftan kömür tutuşturan elleri. Toprakla uğraşmaktan nasırlaşmış ve bir heykeltraş gibi enginarı yontarak soyan elleri.
Okulda olması gerekirken, annesinin diktiği hurcun ipini, düşmesin diyerek, incecik beline iki kere doladıktan sonra bağlamış limoncu çocuğun o öpülesi ellerini.
Hasır örerken, örgü örerken başka başka işleri de önce aklında sıraya dizen sonra kalkıp bizzat yapan kadınların ellerini izlemeyi.
Dayımın, hasat sonrası domates fidelerinden yeşillenmiş koca koca elerini tulumba suyuna tutup yıkayışını ve üzerinde kalan suyu beni gülümsetmek adına yüzüme serpişini yanağıma konmuş bir gamzeyle hatırlarım hep.
Babamın iğne tutan ellerini, eşimin, teknoloji hayatımıza girmeden önce incecik uçlu rapido kalemle, projeler çizen ellerini de şükran ve sevgiyle anarım.
Bir de yaşlılığa bağlı, derisi sarkmış, damarları belirgin sadece bayramdan bayrama öpmemize izin verilen ve saygıyı hatırlatan aile büyüklerimizin elleri var.
Rahmetle!
Opera sanatçımız soprano Leyla Gencer’in defalarca konser verdiği ve Napoli’de bulunan San Carlo Opera salonunun çaprazında bulunan, rivayete göre de Sicilya mafyasının işlettiği “cafe” demek istemediğim bir kahvehanede içtiğim iki yudumluk kahve gelir bazen aklıma.
Kimi yörelerde “mırra” denilen bizim Antakya’da süvari bardakla içilen “kakuleli -habıll hen-” kahve tadında, kokusuyla da oldukça keyif verici bir lezzet.
Yıllar yıllar öncesinde içilen bu kahvenin, zihnimde kalanı kokusu ve tadından ziyade, hizmeti veren garsonların kibarlığıydı.
Mekanın tarih kokan dokusu içinde nezaketlerinden kaynaklı “siz buyrun oturun, kahveyi ben yaparım” diyesiniz geliyor.
Demem şu ki insan, hangi işi yaparsa yapsın layığla, liyakatla yapsın.
Altı-üstü bir kahve demeden.
Özen göstererek.
Emek vererek!
Karşılık da bekler elbet.
Alsın!
Bu arada verdiğim bahşişi bugünkü kurla çarpınca hatırı sayılır bir rakam çıkıyor.
Hakkıydı!
Bir de gurbet anlamına gelen eller var.
Gidipte dönmemek, gelipte görmemek olarak anlamlandırılan el!
Dil-din-ırk ayrımı bilmeden sadece doğaya saygılı, hayvansever ve iyi insanla muhatap bir şiarla büyüttüm evlatlarımı.
Birikimleriyle birer dünya insanı oldular.
Arada başka başka coğrafyalarda olmayı, yaşamayı ne kadar sevseler de kızım, bizlerle beraber üç tarafı denizlerle çevrili, doğusu sarp dağların gölgesinde birbirinden güzel şehirleri olan, dört mevsimi bir arada yaşayan bu güzelim yarımadada yaşamayı tercih etti.
Oğlum, şimdilik kararsız. Gitmek mi zor-kalmak mı sorusuna kendince cevap bulmaya çalışıyor.
Bütün çocuklar büyüsün, hep okusun, meslek sahibi olsun, barklansın.
Fikirleriyle göç etmesin!
Gençler üniversiteden mezun olunca iş bulamayacaklarsa açmayacaksın o bölümü.
Bazısının da az tutacaksın kontenjanını!
Devletin vermesi gereken görevi, şimdiki tabiriyle atanamamış, genç, kadın öğretmen, elinde çiçek buketi ile milli eğitim bakanına derdini anlatmaya çalışıyor.
Dinlemiyor.
Yüzüne bile bakmıyor!
Sabah-akşam mahallemizin yüzlerce mutfak camından bizimkini tercih edip pervazına konan, Suratsız isimli martımız bile üç yıldır, biz, camı açmadan, yemeğini koymadan pervaza konmuyor.
Her şeyin bir adabı, nezaketi var.
Her konuda gün görmüşlük şart.
Öğretmeni dinleyeceksin!
Kim olursan ol!
“İspanya’da öğretmen, protokolde, kraldan önce gelir” demişti Madrit’te rehberimiz.
Kalem tutan o elleri öpeceksin bay gereksiz!
İçinde Neyzen Tevfik’in de sonsuzluğa yattığı bir mezarlık vardır İstanbul şehrinin bizim Kartal ilçesinde.
Geçen gün sabah yürüyüşünden dönerken, mezarlığın duvarına, makyaj malzemelerini döşemiş genç bir kadın, “hayat beni harcayamazsın” der gibi bir elinde aynası diğer elinde göz kalemi, selvi ağaçlarının gölgesinde yüzünü renklendiriyordu.
Belliki evinden çıkarken zamanı kalmamış o arada işe giderken bineceyi servis de geç kalmıştı.
Hayatın zorluklarını kendi kendine renklendiren zarif eller!
Karşı tarafı olumlu sanıp aslında sağduyunun kendinizden kaynaklandığını anladığınızda, başınızı elinize yaslayıp, sebebini kara kara düşünmektense gelen öğretiden nasiplenin hep.
Ayrık otunu koparıp atan ellerden değil, orada neden yeşerip boy vermeye çalıştığını anlayanlardan biri olun hep.
Ressamların bir elde boya paletleri, bir elde fırçaları vardır ya işte o fırçayla paletten boyayı sizin aldığınızı düşünün. Renk ne olursa olsun çizdiğiniz çizgi kalıcı olsun.
Alı al, moru mor bir çizgi olsun!
Çocukken üşüyen ellerimizi avuçlarının içine alıp, nefesiyle ısıtan oyun arkadaşımızın sıcaklığı gibi bir sıcaklıkla tutacağınız eller çok olsun!
Bir veren eliniz, çok bulsun!