Yeni değil ki. Uzun yıllardır eğitimimiz berbat durumda. Bu nedenledir ki dünyanın gelişmiş ülkelerine ayak uydurmamız giderek zorlaşıyor. Zorlaşmanın sonrasında her anlamda o ülkelere bağımlı hale geliyoruz. Sağlık, teknoloji, tarım ve her tür üretimin Türkiye’de geldiği yere bakın görürsünüz zaten.
İşin ilginç yanı, eğitimimizin sürünmeye bırakılması rastlantı falan da değil. Köy okullarının kapatılması, öğretmenlerin köylerden uzaklaştırılması nasıl rastlantı olacak ki?
Bildiklerinizi bir kez daha anlatmayayım da bir fıkraya bağlayayım işi isterseniz. Ola ki küçük bir gülümseme bırakabilirim yüzünüze.
Sosyal paylaşım sitelerinden birindeydi. Fıkra mıdır, gerçekten yaşanmış mıdır bilemiyorum ama, konuyu anlatması, özetlemesi bakımından daha güzel bir örnek olamaz sanıyorum. Paylaşan arkadaş;
“Gerçekten yazılmış bir mektuptur, Temel fıkrası değil!” diyerek başlamış ve tam da yöre ağzıyla paylaşmış…
“Trabzonlu Temel ağanın sevgili torununa verilen ödev ile başı derttedir. Eskişehir’e göç eden arkadaşı Niyazi’ye başına gelenleri bir mektupla iletir. Der ki;
Niyazicuğum;
Hani benim küçük torun var ya, geçen akşam, geturdi ödevini önüme koydi. Bi yandan da ağlayi. Zaten dertlerini hep bağa açar.
Dedi ki;
“Dede, habunlari anliyamadum. O yüzden da yapamadum. Yarun öğretmen beni dövecek.”
Dedum ki;
“Ağlama uşağum, bunun içun öğretmen adam dövmez. Şimdi oni çözeruk.’
Ne mümkün Niyazi kardaşum! Şöyle bir soru ki;
Bi tirenlan, bi otobus ayni istasyondan kalkmişlar. Tiren otobusten üçte bir daha hizli gidiy. Otobus iki yerde onbeşer dakka istirahat vermiş. Tiren da bi yerde durmiş, 20 dakka su almiş. Otobus saatte 60 kilometro gidiymiş. Tiren 5 saat sonra gideceği yere varmiş. Otobus ise ne vakit sonra oraya varacakmiş. Oğraştum yapamadum. Uşak ağlay.
Derken bubasi geldi. O da çözemedi. Diyrum oğa ki, ‘ damat, senun taniduğun tahsilli bi otobus şofori var ise oğa soralum, belki o bilebilur. Yahutta sabah olsun ben uşaği şoforler cemiyetine götüreyim. Onlar arasinda belki tirenle yariş etmiş bi şofor vardur da bize nasihat verur. ‘Ha, biz bi yandan da uşağa tireni tarif ediyruk.
Tiren görmemiş ki…
Ne anasi görmiş, ne bubasi. Ben da bi tek askerlukte Erzurum’den Sivas’a gittiydum. Neyse kardaşum, o gece çok kizdum. Diyeceksun ki niye?
Uşak daha incir ağacindan duti ayiramay; mezgiti gosteriyrum, hamsi diy; efendum, yumurtanun fabrikada yapilduğuni sanay. Biz gelduk araba yariştiriyruk. Yani efendi, otobus saatinde varsa ne olur, geç varsa ne olur? Gurbetten yolci mi bekliysun? Eger varacaği saat onemliysa, edersun yazihaneye bi telefon, derler sağa otobosun ineceği zamani.. Bu kadarluk mesele içun sabiyi subyani niye telef edersun?
Uşakcuklarda şarki yok, türki yok, oyun yok; dayamişler matamatiği.
Ayiptur..”
Okudunuz! Gülümsediğinizi biliyorum. Şimdi siz söyleyin isterseniz, eğitim sistemimizdeki çarpıklıklar bundan daha güzel, daha anlaşılır nasıl dile getirilir?..
Teşekkürler Temel’e…