Kıskançlık… İnsan doğasının karanlık ama bir o kadar hücrelerimize kadar işleyen o meşhur dokusu. Doğru kullanıldığında sevdiklerimizle olan bağımızı güçlendiren, ancak karanlık tarafımızca yönlendirildiğinde kalbimizi yakan bir duygu.
David M. Buss ve ekibinin yaptığı çalışmalar, kıskançlığın yalnızca bireysel bir tepki değil, insan türünün evrimsel geçmişinden miras kalan derin bir içgüdü olduğunu gösteriyor. Bu güçlü duygu, insanlığın hayatta kalma ve genetik devamlılık mücadelesinde önemli bir rol oynamış gibi görünüyor.
Evrimsel psikolojinin merceğinden bakıldığında, kıskançlık, türümüzün en temel tehdit algılarından biriyle ilişkili: sadakatsizlik.
Biyolojik düzeyde, sadakatsizliğin nedenlerinden biri dopamin sistemi ile ilişkili. Beyindeki dopamin, ödül ve mutluluk hissiyle bağlantılıdır. Yeni bir partnerle yaşanan heyecan, dopamin düzeylerini yükselterek geçici bir mutluluk sağlayabilir. Bu nedenle bazı insanlar, uzun süreli ilişkilerdeki duygusal durağanlıktan kaçmak için yeni arayışlara yönelebilir.
Sadakatsizliğin psikolojik boyutları da dikkate değer. Bazı bireyler, kendilerini duygusal olarak tatmin olmamış ya da yeterince değerli hissetmediklerinde başka birine yönelme eğilimi gösterebilir. Sadakatsizlik, bu kişiler için kendini kanıtlama, değerli hissetme ya da bağ kurma çabasıdır. Ancak bu davranışlar, genellikle ilişkiye, ilişkiyi hangi boyutta yaşadığımıza dair derin sorunların bir belirtisidir.
Araştırmalar, kadınların ve erkeklerin bu duyguyu farklı şekillerde deneyimlediğini ortaya koyuyor. Kadınlar, partnerlerinin duygusal bağlarını başka birine yönlendirdiği durumlarda kıskançlık duyar. Bunun altında, çocuklarının ihtiyaç duyduğu kaynakların bölüşülmesi riski yatar. Erkekler ise cinsel sadakatsizlik karşısında kıskançlık hisseder; çünkü böyle bir durumda genetik soylarının devamlılığı tehdit altına girmiş olur.
Bu farklılıklar, evrimsel bir uyumun izlerini taşıyor. Geçmişte atalarımız için kıskançlık, ihanet riskine karşı bir alarm işlevi görüyordu. Ancak bu alarm, modern dünyada ilişkileri korumak yerine yok edici bir güce dönüştü. İnsan, bu duyguyla başa çıkmaya çalışırken, hem kendi öz değerini hem de sevgi anlayışını sorgular oldu.
Kıskançlık, beynimizdeki tehdit ve ödül merkezlerini harekete geçiriyor. Amigdala, korku ve tehdit algısını yönetirken, ön singulat korteks, bu algıya duygusal bir boyut ekliyor. Bu biyolojik mekanizma, duygularımızın ne kadar eski ve köklü olduğunu da gösteriyor. Ancak kıskançlık, yalnızca biyolojik bir tepki değil; aynı zamanda insanın manevi ve duygusal derinliklerini yansıtan bir ayna.
Kıskançlık, ego’nun yarattığı bir yanılsama olarak görülebilir. Tasavvuf öğretisi, kıskançlığı insanın “nefs”iyle yüzleşmesi gereken bir sınav olarak ele alır. Bu duyguyla yüzleşmek, bireyi içsel bir dönüşüme ve kendi eksikliklerini kabul ederek özgürleşmeye davet eder. Çünkü kıskançlık, aslında başkalarıyla değil, kendimizle olan ilişkimizi ortaya koyar.
Bu duygu, insan ruhunun hem koruyucu hem de yıkıcı gücünü temsil ediyor. Kıskançlık, sevdiğimiz insanları kaybetme korkusuyla bizi tetikte tutabilir, ancak aynı zamanda bu korku, sevgiye zarar verebilecek bir saplantıya da dönüşebilir. Bu yüzden kıskançlığı anlamak, yalnızca bireysel huzurumuz için değil, ilişkilerimizi sağlıklı bir zemine oturtmak için de kritik bir adım zira içine düştüğümüz duyguları değiştiremeyiz belki ama bu duyguyu doğru ve sağlıklı bir şekilde kullanmayı öğrenebiliriz.
David Buss’un bulguları, kıskançlığın evrimsel bir gerçeklik olduğunu ortaya koyarken, bu gerçeği nasıl yöneteceğimizin bizim elimizde olduğunu hatırlatır. Kıskançlık, bir tehdit olarak değil, bir öğrenme ve kendini keşfetme fırsatı olarak görüldüğünde, insanın duygusal dünyasında yeni bir derinlik açabilir ve kendisini yükseltmesine neden olabilir.
Öyle görünüyor ki kıskançlık, ne tamamen kurtulabileceğimiz ne de teslim olabileceğimiz bir duygu. Ancak onu anlamaya çalışmak, bizi insan olmanın karmaşık ve büyüleyici doğasına bir adım daha yaklaştıracak. Kusurlarımızın içinde, doğamızı, katmanlarımızı ve derinliğimizi keşfetme şansı bulacağız. Belki de kıskançlık, insan doğasının gölgesinde büyüyen en kadim çelişkimiz olarak kalacak; ancak onu gıpta ve hayranlığa dönüştürme kudretimiz bize neye dönüşmemiz gerektiğini hatırlatmaya devam edecek! Yeter ki duygularımızı hangi niyetle yaşamak istediğimize karar vermiş olalım: ‘Koruyacak mıyız yoksa yok edecek miyiz?’