Mersin’deki kitap etkinliğimiz sürüyordu. Yayınevimizin yetkilisi Özgür Eğmir, elinden geldiğince hem çalıştırıyor, hem de dinlendirmeye özen gösteriyordu. Özgür’e “Mersin’de de yerel bir gazetede yazmak istiyorum” dedim. “Mezitli Gazetesi’nin sahibiyle konuştum. Cumartesi günü öğleden sonra buluşacağız, konuşuruz” dedi.
Cumartesi günü öğleye dek kenti gezdik. Sahilde belediyenin çay bahçesinde çay içtik. Merkezde dolaştık. Öğleden sonra Mezitli Gazetesi’nin sahibi Fatih Yıldırım’la buluştuk. Kısa bir konuşmadan sonra Fatih arkadaşımız, “gelin sizi bir yere götüreceğim” dedi. Bir iki sokak geçtikten sonra beş altı katlı büyükçe bir binadan içeri girdik. Binanın girişinde Ova Çeyiz Mağazaları, yazısını okudum.
Mağaza çok katlıydı. Fatih arkadaşımız bizi doğruca yönetim bürosuna götürdü. Bizleri güler yüzle Abdullah Kök ve Aytül Aksoy karşıladı. Oturur oturmaz çaylar geldi. Büronun içerisi sade ama gösterişliydi. Sehpalar üzerinde kokulu çiçek yaprakları, tabaklar içinde üzüm kuruları, bademler göze hitap ediyordu. Onları görünce dayanamadım, başladım atıştırmaya. Arkadaşlar bana bakıyorlar meraklı gözlerle dayanamadım, “plastik değil, yemek için konulmuş” dedim.
Çaylar geldi, hem de kristal görünümlü bardaklarda. Konuşmamız sürüyordu. Her zaman yaptığımız gibi dünyaya gülen bir pencereden bakmak yaşam biçimimizdi. Özgür Eğmir’e benim yamak diyordum. Dünyaya gülen bir pencereden bakması için elimden geleni yapıyordum. Baltayı kayaya çarpmışım haberim yokmuş. Yamak ustayı çoktan geçmişti. Abdullah beyin kardeşi milletvekili aday adayıymış. Kendisi seçim işleriyle koşturduğundan görüşemedik. Çay üstüne çay geldi. Ortam öyle sıcaktı ki şaşırmadık desek yalan olur.
Çaylardan sonra bize sormadan tantuniler geldi. Nurcan Berçem arkadaşımız gitmiş tantunileri almış gelmişti. Abdullah bey, Mersin’e gelip de tantuni yemeden olmaz, diyordu. Sıcak ilgi karşısında bunaldık. Mağaza çalışanları öyle doğal, öyle sıcaktılar ki Akdeniz’in sıcağını bastırıyorlardı. Mine Karadağ, Gülçin Tokdaş arkadaşlar çay getir götür de saniye sektirmiyorlardı. Emine Sakar arkadaşımız da elinden geldiğince yardımcı oluyordu bizlere. Sıra geldi kahvelere, yemekten sonra kahveler geldi. Kahvelerin ikramı Aysel Sağır arkadaşımıza düşmüştü.
Mağazanın halkla ilişkiler sorumlusu Aytül Aksoy, konuşkan içten sıcak biriydi. Bir mağaza için bulunabilecek yetenekli bir çalışandı. Bizlere Mersin hakkında merak ettiklerimiz anlatıyordu. Baktık ki ikramlar bitmeyecek, mağazayı gezelim, dedik. Mağazada her yaş gurubuna hitap eden eşyalar vardı. Elektronikten ev eşyasına, giysiden ev aksesuarına dek kaliteli eşyalar satılıyordu. Giysilere bakarken şunları almak var, diyorduk. Ayakkabılar yazlıktı. Bizler iki ay önce yola çıktığımızdan Mersin sıcağında kışlık ayakkabılarla gezmek gerçekten komik bir durumdu.
Mağazada dünya markaları da vardı. Aytül hanım, “yıllardır adı olan bir firmayız. Kalite ve fiyat bizde önemli etkendir. Müşterimize bunu sunmazsak yılların mağaza anlayışıyla çelişir” diyordu. Özgür’ün istediği bir termos vardı. Arabayla giderken sıcak suyu taşıyacak bir termos, birkaç yere bakıp bulamamıştık. Arabada çay kahve içmek içindi. Aldık ondan bir tane.
Mağazadan ayrılırken bizlere birer armağan sundular. Bardaklar içinde mumlar, görünüşleri çok hoştu. Sanırım o mumların özelliği sürekli kullanılıyordu. Yani tükenmiyordu. Buna daha bir mutlu olduk. Bizler de kitaplarımızdan imzalayıp Fatih arkadaşımıza bıraktık. Abdullah bey olsun, Aytül hanım olsun, “ne zaman Mersin’e gelirseniz kapımız açık” diyordu bizler Mağazadan ayrılırken…
Dışarıda yağmur atıştırmasına karşın mağazada gördüğümüz sıcaklık hepsinin üstündeydi. Sıcakkanlı çalışanlarıyla uygun fiyatlarıyla insani yaklaşımlarıyla Mersin Ova Çeyiz Mağazaları belleğimize kazınmıştı…