Akademisyen Tezer, “‘Herhangi bir şehir plancısı, kurutulan gölün içine havalimanı yapılmasının yanlış olduğunu bilir. Bütün bilgiye ve uyarılara rağmen şehrin daha dayanıklı hale gelmesi için adım atılmadı. Bundan sonraki normalin eski normal olmaması gerekiyor” uyarısında bulundu.
DİLEK AKKAYA
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Dr. Tuğçe Tezer, Hatay’ın yeniden onarım sürecinde daha önce yapılan hataların yapılma lüksü olmadığına dikkat çekti.
Deprem öncesinde de şehrin çok fazla problemi olduğuna dikkat çeken Akademisyen Tezer, “Deprem oldu ve bir anda her şey yıkıldı’ şeklinde bir yaklaşım hem çok gerçekçi değil hem de haksızlık. Şehrin bu ölçüde yıkılabilmiş olmasının sebeplerinin çoğu, depremden önceki yıllarda oluşturuldu. Burada bir doğa olayı olan depremi bir doğal afete dönüştüren her şey insan eliyle yapıldı. O nedenle, gerçeklikten ve bilimsel bakıştan bizi uzaklaştıran salt kaderci bakışı reddediyorum. Şimdi geldiğimiz durumda, artık 1872 yılında değiliz. 2023 yılında, günümüzün modern teknolojisiyle fay hattının nereden geçtiğini, zemin özelliklerinin nasıl olduğunu, mikro bölgeleme analizleriyle parsel ölçeğinde zemin dayanıklılığını, hangi teknolojiyle dayanıklı yapılar inşa edebileceğimizi bildiğimiz bir dönemdeyiz. Dolayısıyla şimdiki sorumluluğumuzun büyüklüğü, aslında buradan kaynaklanıyor. Eğer biz Antakya’nın depremselliğini, 100-150 yıllık periyotlarda gerçekleşen 7 üstü büyüklüğündeki depremler olarak kabul ediyorsak, bundan sonraki depremlerin bir doğa olayı olmaktan çıkıp bir doğal afete dönüşmesinin önüne geçmenin şu anda bir tarihsel zorunluluk olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü biliyoruz ki, şimdiye kadar pek çok meslek odası bu durumu defalarca ilgili kurumlara rapor etti, kamuoyuna duyurdu. Amik Gölü’nün kurutulup havalimanı yapılması var, tarım arazilerinin, zeytinliklerin imara açılması var. Dolayısıyla depremde ilk zarar gören yerlerden biri havalimanı yolu, ikincisi de havalimanının pisti oldu. Uzman olmaya gerek yok, herhangi bir şehir plancısı kurutulan gölün içine havalimanı yapılmasının yanlış olduğunu bilir. Bununla ilgili bir örnek vereyim; depremlerden önce bir ekim ayında içinde olduğumuz uçak havalimanına yaklaşırken, her yerin su altında olduğuna dair bir fotoğraf çekmiştim. Bu, oradaki herkes tarafından bilinen bir durum. Bizim sorunumuz bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyor” açıklamasında bulundu.
ŞEHRİN DAHA DAYANIKLI HALE GELMESİ İÇİN ADIM ATILMADI
Önceki bilgisizlikten ya da sorumsuzluktan kaynaklanan hataları tekrar yapma hakkımızın olmadığına vurgu yapan Tezer, “Neden bu kadar büyük yıkım oldu’ sorusunun cevabının bir kısmı bunlar. Hatırlarsanız 2018 yılında ‘İmar Affı’nın o dönemki versiyonu olan ‘İmar Barışı’ çıktı. Bildiğim kadarıyla sadece Hatay’dan 90 binin üzerinde başvuru oldu. İmar Barışı ya da İmar Affı genel olarak, mühendislik hizmeti almamış ya da bir nedenle ruhsatsız hale gelmiş yapıların herhangi bir sağlamlaştırma yapılmadan ruhsatlı hâle gelmesi anlamına geliyor. Hatay’ın tarih boyunca yıkılıp yeniden kurulması ‘küllerinden doğmayı bilen şehir’ şeklinde gurur anlatısına da dönüşüyor. Her seferinde yıkılan bir şehir için bu gurur anlatısını nasıl okumalıyız? Bu soru, beni pek düşünmemeye çalıştığım bir konuyla yüzleşmek zorunda bırakan sorulardan biri oldu. O nedenle öncelikle teşekkür etmek isterim. Ben neden ‘Antakya küllerinden doğmayı bilen şehir’ cümlesini olumlu bir yerden karşılıyorum, buradan cevaplayayım. Bundan önce Antakya’nın defalarca yıkıldığını ve aynı yerde kurulduğunu biliyoruz. Buradaki insanların 1872 yılındaki depremden sonra kurduğu Antakya, benim aklımda hala ayakta olan Antakya. O dönemlere göre kentleşme açısından çok bozulduğu, özellikle belli bir yaşın üstündeki yerel halk tarafından söylendiği halde, Antakya benim güzelliğine inanamadığım bir yerdi. Fiziksel mekânın ötesinde sosyal dokusuyla Antakya benim için ‘hiç kimsenin yabancı hissetmediği bir huzur ve güven ortamı, kendiliğinden bir içerilme hâli’ demek. Burada ‘küllerinden doğmak’ dediğinizde, kendi adıma ‘ne olduğunda Antakya iyileşti’ diyebileceğim diye soruyorum. Burada Antakyalı nüfusun, yerel halkın birbirini kollayan, gözeten ve dışarıdan geleni de güvenle içeren hâlini tekrar görebildiğimizde, Antakya benim için iyileşmiş olacak. Örneğin; Affan Kahvesi’ni Kurtuluş Caddesi’ndeki yerinde bulmak, Affan Kahvesi’nin girişindeki masada 5 Şubat’ta kahvesini içen yaşlı amcayı yine aynı masada, yerinde bulmak… Önünden geçerken kahvenin beni içeri davet eden imajını yeniden görmek. O olduğu zaman ‘Hatay iyileşmiş’ diyebilirim kendi adıma” dedi.
6 Şubat depremlerini 1800’lü yıllardaki depremlerden ayıran en temel özelliğin, şu an sahip olduğumuz bilgi ve teknoloji olduğunun altını çizen Tezer, daha önceki bilgisizlikten ya da sorumsuzluktan kaynaklanan hataları tekrar yapma hakkımızın olmadığını da söyledi.
BUNDAN SONRAKİ NORMALİN ESKİ NORMAL OLMAMASI GEREKİYOR
Hatay’da enkaz kaldırma çalışmalarının devam ettiğini vurgulayan Tezer, temel ihtiyaçlar bağlamında pek çok sorunun hala çözülememiş durumda olduğunu da aktardı. Bir yandan da ‘Hatay’ın yeniden inşası’ hakkında konuşmaların sürdüğünü belirten Tezer, “Ancak daha önce çıkarılmayan pek çok dersin bu yeniden inşa sürecinde çıkarılacağını düşünebilir miyiz?” sorusunu yönlendirdi.
Kendi sorusunu cevaplayan Tezer; “Ben ‘yeniden inşa’ demekten imtina ediyorum. Yeniden inşa, tümüyle yok olmuş bir şeyin sıfırdan kurulması anlamına geliyor. Ben Antakya için şubattan beri bu ifadeyi hiç kullanmadım, kullanmayı düşünmüyorum. Ben buna ‘onarım ve rehabilitasyon’ ya da ‘iyileşme süreci’ demeyi tercih ediyorum. Çünkü burada gerçekleşmesi gerektiğine inandığım şey; bildiğimiz, sevdiğimiz, hatırladığımız Antakya’dan bahsetmemizi sağlayacak koşulların sağlanması. Ancak düşünün ki, şehrin ve doğanın nefes alma yerleri olan vadiler, sahiller, doğal alanlar moloz dökme sahası hâline getirildi. Tarım alanlarının üzerine beton dökülüp geçici barınma alanları konuluyor. Bu alanların, bir süre sonra haritalarda tarımsal niteliğini kaybetmiş alanlar olarak işaretleyeceğimiz alanlar olacağını ne yazık ki bugünden bakarak görebiliyoruz. Burada bin tane pratik sorun var; eğitim, sağlık, barınma, hijyen, temiz su, güvenlik gibi… Buradaki insanların hayatının ‘normal’e dönebilmesi için belli bir tempoda, belli zaman ve hedefler konularak hareket edilmesi gerekir. Bundan sonraki normalin, eski normal olmaması gerekiyor. Hiçbir şeyden ders çıkarmadığımız, bilimsel ve teknik olarak bildiklerimizi pratiğe döndüremediğimiz, rant meselesinin kentsel mekânda temel belirleyici olmadığı, her şeyin mülkiyet üzerinden tanımlanmadığı. Dolayısıyla ‘yaşam hakkı’nın belirleyici olduğu afet dirençli kenti hedefleyen sosyal ve mekânsal bir ele alıştan bahsetmek zorundayız.”