Brandalar içindeki Antakya

Depremin üzerinden iki yıl geçti ve artık güzel şeyler ummak, hissetmek, görmek; güzel şeyler yazmak lazım…

Öyle ya Antakya bıktı usandı kederden, göz yaşından…

Yazalım biz de…

Erzin’de zaten pek bir şey olmadı.

İskenderun epeyce toparlamış kendini, Belen de öyle, Harbiye de…

Pek çok sokak cıvıl cıvıl, her yerde dönerciler açılmış!

Künefe, birçok yerde Ankara’da da pekala bulabileceğiniz cinsten!

Harika bir sanat alanı oluşturulmuş ve adına “Hatay Kültür Sanat Çarşısı” denmiş Çekmece’de… Yani nefes alabiliyor insanlar!

Antakya semalarında onlarca kule vinç yükseliyor…

Ortalık toz duman…

Sanırsınız muazzam bir şantiye her yan…

Ne güzel değil mi? Tabelalarda da “Hatay ayağa kalkıyor” yazıyor.

Antakya’nın neresinde olursanız olun artık çok kolay görebiliyorsunuz Habib Neccar dağını…

Yazalım biz de!

Bazı şeyleri görmezden gelelim elbette. Öyle ya “asrın felaketi”…

Görmezden geleyim mesela rahmetli babacığımın doğup büyüdüğü Antakya evlerinden tek gram taş bile kalmadığını, daracık sokakların içindeki insanlarla beraber yok olduğunu…

Dünyanın ilk aydınlatılan caddesinde inlerin cinlerin top oynadığını.

Gözünüzü ne yana çevirirseniz çevirin bir zamanlar hissettiğiniz ruhuyla dünyanın en güzel kentlerinden biri olan şehrinizin artık herhangi bir yerde çok rahat görebileceğiniz ayrıntılarla kaplandığını…

Antakya’nın en simge özelliklerinin bir zamanlar bulunduğu konumlarda taş, toprak, moloz kümelerinin brandayla çevrildiğini ve üzerinde muhteşem puntolarla mesela “Habib Neccar Camii”, mesela “Sarımıiye Camii”, mesela “Kurtuluş Hamamı”, mesela “Kiremitli Camii”, mesela “Kantara Camii” yazdığını.

Muhtemelen kilometrelerce branda kullanıldığını, ama yine de yetmediğinin anlaşıldığını…

Görmezden gelelim brandalar içinde ama sanki hep öyle kalacakmış hissi uyandıran Antakya’yı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir