Yazı dizisi ( 6 )
GÜNIŞIĞI Gazetesi…
Aslında benim Özyurt’tan kazandığım para ile Suna’nın matbaadan aldığı aylık bize yetiyordu. Benim işe giderken ulaşım sorunum yoktu. Bu nedenle aracı hiç kullanmıyordum. Suna ise yeni yeni araba kullanmaya başlamış ve kardeşim Heysem’den satın aldığımız beyaz Şahin arabamızla kısa mesafe işi gidip geliyordu. Daha önce hiç hayal bile edemeyeceğimiz bir evde oturuyorduk. Terası bile vardı. Hem alt katta hem de üst katta banyo ve tuvaleti vardı. Alt kat 100, üst kat 100 metre kareydi. Bizim için şato gibi bir şeydi. Taksitlerini Ahmet Yolcu’ya azar azar ödemeye devam ediyorduk. Taksit ödediğimiz bilmem kaçıncı yıla girmiştik. Sıkılmıştım artık. Hatta biraz da ezilmiştim. Ahmet Yolcu ile ben babalardan kuzendik. Aslında hiçbir zaman beni para konusunda zorlamamıştı. Ben aramadan asla sormazdı. Ama ben yine de üzerimde ağır yük varmış gibi hissediyordum. Bu süreci yoğun olarak yaşadığım 2010 yılıydı. Gazeteciydim ve toplum içinde de seviliyordum. Benim tam da içinde olduğum bir gazetem olsun istiyordum ama nasıl? Üzerinde çok düşündüm. Çünkü bir gazeteyi haberinden, reklamına, matbaasına kadar hazırlamak ve sonra okuyucuya taşımak kolay bir iş değildi. Hem okuyucuyla buluşturmak yetmez okuyucuyu abone yaparak hem masrafını hem de üzerine bir miktar daha kazanman gerekiyordu. Bu süreci konuşmuştuk artık ve aklımdan çıkmıyordu. Doğrusunu isterseniz o dönem de Suna’nın büyük baskısı oldu. Yapabileceğimize inanıyordu. Düşünce halinde ki bu girişime destek olanlar olduğu gibi, “Yapamazsınız, nasıl olacak, birkaç ay içinde geri kapatırsınız, kim abone olacak?’ gibi şevkimizi kıranlarda oluyordu. Daha sonra reklam bölümünde kadromuza katılan Suna’nın kardeşi Sibel’ de yapabileceğimize inanıyordu. Her ikisi ile yaptığımız kısa toplantılar sonrasında çıkmaya karar verdik ve ilk sayımızı 2010 yılı Ocak ayında okuyucu ile buluşturmuştuk. O gün gazetenin ilk sayısını komşumuz Nizam’la birlikte Çekmece mahallesi esnafına bedava dağıtmıştık. Amaç tanıtım yapmaktı. Gazeteyi kime verdiysek herkesten destek geliyordu. Sanıyorum bir veya iki sayıyı daha tanıtım amacıyla ücretsiz dağıtmıştık. Zaten çok beklediğimiz bir şey yoktu. 100 civarında abone ile masrafımızı çıkartsak bile bizim için yeterliydi. İlk yıl sadece cebimizden koymayalım düşüncesi vardı. Suna matbaada çalışmaya devam ediyordu. Gazetemizin dizgisini Matbaada çalışan Yücel yapıyordu. Ancak çok kapris yapıyor ve beni her dizgide sıkıntıya koyuyordu. Bir dönem yine matbaadan Aynur tarafından dizgisi yapılan Günışığı gazetesi artık tanınan ve bilinen bir gazete olma yolundaydı. Ben ve Sibel dışarıdan abone ve reklam toplarken Suna ise muhasebemize gazetenin matbaada ki sürecine ve daha sonra da dizgi işini öğrenerek dizgisini yapamaya başlamıştı. Bir dönem öyle geçti ve sonunda hayal ettiğimiz 100 abone sınırını birkaç ay içinde üçe katlamıştık. Bu muhteşem bir rakamdı. Her şey iyi gidiyordu. Gazetenin dağıtım sınırları Kuzeye doğru Serinyol’a, güneye ise Samandağ’a kadar uzanmıştı. İş büyümüştü. Bugüne kadar ben, Suna ve Sibel ile yapabildiğimiz gazetenin dağıtım işi artık bizi aşıyordu. Ciddi paralar olmuyordu ancak herkesin cep harçlığı çıkıyordu. Hatta daha sonra Antakya ve Defne’de ki iş yükümüzü azaltmak üzere bu kez Suna’nın ortanca kardeşi Seher’de kısa bir süreliğine kadromuza girmişti. Gazetenin baskısı da kardeşime ait matbaada yapılıyordu. Tabi hepsi akrabalardan oluşan bir kadronun avantajları olduğu gibi dezavantajları da oluyordu. Zaten iyiye doğru gitmeyen evliliğime gazeteden kaynaklı yeni sorunlar ekleniyor ve kavga adetlerdi sıklaşıyordu.
*
Biraz da size Suna’dan söz edeyim. Suna aslında iyi kızdı. Dürüstlüğü ve sadakati tartışılamayacak düzeye taşımış bir isimdi. Ancak sert, katı ve benim gibi çabuk öfkelenen biriydi. Kıskançlık derecesi ise her kadında olduğundan biraz fazlaydı. Bana göre olup bitenleri ben alttan alıyordum. Ancak o da kendisinin alttan aldığını düşünüyordu. Klasik evlilikler ve klasik kavgalar yani. Sen yaptın, ben yaptım, sen söyledin ben söyledim derken kavgalarımız ara vermeden devam ediyordu. Bu tartışmalı, bol kavgalı dönemde gazeteyi çıkarmaya ve pazarlamaya devam etmek çok zordu. Birkaç kez yayına ara vermek zorunda kaldık. Her ara verdikten sonra kadroyu yeniden toplamak ve yeniden işe adaptasyonu sağlamak kolay değildi. Kızım Sera bizim bu halimizden çok rahatsız oluyor sürekli olarak hem bana hem de annesine ayrılmamız gerektiğini söylüyordu. Ancak biz direniyorduk. Her şey üst üste geliyordu ve biz artık anlaşamamazlık konusunda tavan yapmıştık. 2011 yılının sonuna doğru ilerlerken kendimizi Atatürk caddesinde yağmurlu bir günün akşamında Avukat ararken bulmuştuk. (Bu bölümü izin verirseniz Özel Hayat gizliliği çerçevesinde kısa keserek yazıma devam edeceğim) birkaç denemeden sonra boşanmıştık. Boşanmıştık ama duygusallığımız üst seviyedeydi. İyi kötü günlerimiz olmuştu. 20 yıla yakın süren bir evlilikten çıkmak ve artık bir ailenizin olmaması sizin için ne ifade ediyorsa benim içinde onu ifade ediyordu. Ayrıldıktan sonra Kışlasaray mahallesinde çok sevdiğim evimden ayrılmak zorunda kalmıştım. Çekmece’de kardeşime ait bir depo da kalıyordum. Ancak eski evimi unutamıyordum. Akşamları gizlice oraya gider ve sokağın başından Suna ile kızım Sera’yı mutfak penceresinden izlerken gözyaşlarına boğulurdum. Yine gazeteye ara vermek zorunda kalmıştık. Ancak ayrılmış olsak ta Suna ile yine görüşmeye devam ediyorduk. Birbirimizle adını koyamadığımız bir bağımız vardı ve kopmuyordu. Ayrılmıştık ama bunu içimizde bitiremiyorduk galiba. Daha sonra birkaç kez konuşurken ‘boşanmayı sen istedin’ gibi birbirimizi suçlamıştık. Bu soğuk savaş sürecini yaşarken gazeteyi yeniden çıkarmaya başlamıştık. Suna ile oturduk ve konuştuk. Evlilik bitmişti ama bu kendisinin işine devam etmesi için bir engel değildi. İsterse işine devam edebileceğini söyledim ki zaten başka çare de yok gibiydi. Gazete çalışanlarının akrabalık bağları nedeniyle yaşanan sıkıntılar bunu gerektiriyordu. Zaten sonra ki dönemlerde yaşanan her tartışma da ne yazık ki bu zorluğu yaşamıştım. Ancak her şeye rağmen gazeteyi yürütüyorduk. Yaşanan tartışmalarda Defalarca kere Suna gazetenin anahtarlını teslim ederek işi bırakmıştı. Sonra yeniden bir araya gelerek durumu düzeltiyorduk. Böyle bir ortamda hem Günışığı gazetesi hem Özyurt’ta işe devam ediyordum. Her şeye rağmen iş yürüyordu. Zor bir süreç ve yeni boşanmış olmanın verdiği moral bozukluğunu ciddi ölçüde yaşıyordum. 2011 yılı Eylül başı gibiydi. Ben Kardeşime ait Çekmece’de ki depo da garip bir hayat sürüyordum. Saçım sakalım birbirine karışmış ve üstelik neredeyse her gün alkol alıyordum. Böyle bir zamanda HRT den Cemil Aktaş beni aramış zaten arada bir siyasi program yaptığım televizyonda Ana Haber Bültenini sunmamı istemişti. Belli bir anlaşma yaparak bu işi üstlenmemi teklif etti. Ben ise bunun yapamayacağımı her şeyin üstüme üstüme geldiği bu dönemde bu işi yapmamın mümkün olmayacağını söyledim. Ancak Cemil ısrarcı bir tavır sergiliyordu….