Biz bize benzeriz gözüm.
Bundandır, bir yanıyla sürgün değil miyiz hepimiz?
Kimimiz mutluluğa, kimimiz aşka, kimimiz doğduğumuz topraklara… Ama ille de özgürlüğe sürgünüz hepimiz…
Yıllar önceydi. Nöbeti gündüze devretmeye hazırlanıyordu gece.
Yağmur çiseliyordu. Kırılgandı, nazlıydı damlalar. Gecenin sessizliğine karışan bir fısıltı gibiydi.
Gidenlerin hüznünü çoğaltmaktan korkarcasına, usul usul yağıyordu yağmur.
Rahmet derler yağmur için. Sen bizleri terk eylerken, gökten rahmet mi yağıyordu gerçekten, yoksa keder mi? Bunu hiç bilemedik…
Ya bir daha dönemezsem, korkusu sarmıştı her yanını senin. Aldırmadın.
“Olsun gözüm olsun, ne olacaksa olsun”a çıkıyordu bütün adımların.
İnce bir sitemdin tepeden tırnağa. Kabuk bağlamaya direnen bir yaraydın.
Gittin. Her şeyi geride bırakarak…
Sen gidinse şiirler, türküler, sen gidince güvercinler, ama en çok biz öksüz kaldık iki gözüm… Sen gidince…
Beyaz bir bulutun kanatlarında dönecektin aramıza. Söz vermiştin. Dönmedin.
Şimdi saat yokluğunun belası ve biz sensiz bir ülkeye uyanıyoruz her seferinde.
Sen ki, esmer coğrafyamızın bahtiyar çocuğuydun.
Yıllardır yoksun.
Yıllardır seni gördüğümüzden, seni duyduğumuzdan emin bir şekilde, en güleç halinle, en sevdi halinle, aynı türküyü söylüyorsun bizlere…
“Beni burada arama anne/ kapıda adımı sorma/ saçlarına yıldız düşmüş/ koparma anne/ ağlama…”