Açgözlülük: İnsan Doğasının Laneti mi, Yoksa İlerlemenin Yakıtı mı?

 

MUTLU MEYDAN

İnsanlık tarihi boyunca filozoflar, din adamları ve bilim insanları insan doğasının özünü anlamaya çalışmışlardır. Bu arayışta, sürekli karşımıza çıkan bir kavram vardır: Açgözlülük. Peki, açgözlülük nedir? İçimizdeki doyumsuz bir canavar mı, yoksa bizi ilerlemeye iten bir güç mü?

Benim görüşüme göre, insan doğası açgözlüdür ve daha fazlasını istemek üzere programlanmıştır. Kapitalist ekonomik modelin bu kadar yaygın olmasının sebebi de budur. Kapitalizm, insanın bu doğal eğilimini besler ve büyütür. Komünizm ve diğer idealist sistemler ise insan doğasının bu gerçeğini göz ardı ederek başarısızlığa mahkum olmuşlardır.

Dinler ve ahlak, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, insanın açgözlülüğünü dizginleyemez. Tarih boyunca dinlerin ve ahlaki değerlerin sürekli olarak değiştiğini, yeniden yorumlandığını ve hatta yozlaştığını gördük. Bu durum, insan doğasının önüne geçilemeyeceğinin ve dinlerin bile bir “raf ömrü” olduğunun bir kanıtıdır.

Günümüzde yaşanan büyük dolandırıcılık olaylarına baktığımızda, toplumun paraya ve başarıya ahlaktan daha fazla değer verdiğini görüyoruz. Dolandırıcıların nasıl para kazandıkları önemli değil, önemli olan kazanmış olmalarıdır. Bu durum, açgözlülüğün toplumda ne kadar derinlere işlemiş olduğunu gösteriyor.

İnsanlar, mutluluğu sürekli bir sonraki hedefe ertelediği için asla gerçek anlamda mutlu olamazlar. Bu kısır döngü içinde sürekli daha fazlasını arzularlar ve sonunda ölürler. Elde ettikleri her şey geçicidir ve onları gerçek anlamda tatmin etmez.

Kıskançlık, ihtiras ve itibar gibi olumsuz görülen özellikler aslında insanın ilerlemesini sağlayan doğal niteliklerdir. Başkalarını görüp daha iyisini istemek, insanlığın gelişimini sağlayan bir mekanizmadır. Ancak bu nitelikler, kontrol altında tutulmadıkları takdirde yıkıcı sonuçlara yol açabilirler.

Mesela açgözlülüğümüzü kısıtlamak için dinlerin de tavsiyesi olan dünyevi bir uygulamaya bakalım. Oruç tutmak, vücudu düzenlemeye yardımcı olabilir ancak açgözlülüğe kalıcı bir çözüm değildir. Gerçek oruç, ihtiyaç fazlasını almamaktır. Günümüzde oruç tutmak, genellikle sadece belirli saatlerde yemek yememekle sınırlandırılmıştır. Ancak gerçek anlamda aç gözlülüğe karşı bir duruş sergilemek için, tüketim alışkanlıklarımızı da sorgulamamız gerekir.

Diğer bir açgözlülük kısıtlaması gibi görünen konu sadaka vermektir. Oysa sadaka, insanın içini rahatlatmak ve cennete gitme umuduyla yapılan egoist bir eylemdir. Birleşmiş Milletler gibi kurumlar bile yardımların çoğunu kendi masraflarına harcamaktadır. Bu durum, insanların en fedakar görünen eylemlerinin bile egoizmden tamamen arınmış olamayacağını gösteriyor.

Zenginler bize açgözlülük timsali gibi görünür. Oysa günümüzde görüyoruz, gerçek zenginler sade bir yaşam sürerken, maddi imkanı kısıtlı olanlar zengin görünmek için daha fazla harcama yapabiliyor. Her iki durumda da açgözlülük söz konusudur. Biri maddi zenginliğiyle, diğeri ise görünüşüyle tatmin olmaya çalışmaktadır.

Mesela din adamları azla yetinmeyi öğütlerken kendileri zenginlik içinde yaşayabiliyor. Bu ikiyüzlülük, insanların dinlerden uzaklaşmasına sebep oluyor. İnsanlar artık sözlerle değil, eylemlerle ikna olmak istiyorlar.

Esasen insanın arzu kısıtlama gücü yoktur. Arzularını bastırmaya çalışmak sadece geçici bir çözüm sunar ve sonunda patlak verir. Dinlerde yaşanan yozlaşmalar ve sapmalar, insanın arzularına gem vuramadığının en büyük kanıtıdır.

Dünyada açlık ve sefaletin sebebi kaynakların yetersizliği değil, paylaşım eksikliğidir. Mevcut teknoloji sayesinde herkesin beslenmesi mümkün kılınabilir ancak insanlar paylaşmak istemiyor, temel sorun bu. Açgözlülük, sadece bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de yıkıcı sonuçlar doğuruyor.

‘Doymuş bir aslanın yanında yürümek, doymuş bir insanın yanında yürümekten daha güvenlidir’ çünkü hayvanlar sadece ihtiyaçları kadarını alır. İnsanlar ise sürekli daha fazlasını istediği için hayvanlardan daha tehlikelidir. Bu benzetme, insanın açgözlülüğünün onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri olduğunu gösteriyor.

Esasen zeka ve para, kötü niyetli kişilerin elinde birer lanettir. Bu gücü elinde bulunduranlar, hayatlarını anlamsız şeylerin peşinde koşarak geçirirler. Açgözlülük, insanın en büyük potansiyellerini bile boşa harcamasına sebep olabilir.

İnsanlar açgözlülükten kurtulmak ve mutlu olmak istiyorlarsa doğalarını anlamalı ve nasıl doğru kullanacaklarını öğrenmelidir. Materyalizm insanları mutlu etmediği için depresyon ve mutsuzluk yaygındır. Gerçek mutluluk, manevi değerlere yönelmekle ve açgözlülüğün esaretinden kurtulmakla mümkündür.

İnsan yaratılış amacını, yani sevgi ve ihsan etmeyi anladığında açgözlülüğü daha sağlıklı bir şekilde kullanabilir. Bu amaç, egoyu farklı bir amaç uğruna kullanmak anlamına geliyor. Açgözlülüğümüzü, gerçekten insanlığa faydalı olacak şekilde yönlendirmek mümkün.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir