Daha önce depremlerle 7 kere yıkılan Hatay, 8’inci kez ayağa kalkabilecek mi? Akademisyen Tezer, Hatay’ın yeniden onarım sürecinde daha önce yapılan hataların yapılma lüksü olmadığını söyledi.
HABER MERKEZİ
6 Şubat depremlerinden etkilenen Hatay, yıkımın en fazla hissedildiği şehir oldu zira şehrin neredeyse hepsi ya enkaza döndü ya da hasar aldı.
Türkiye’nin en güneyinde Suriye sınırında yer alan şehrin tarihi depremlerle birlikte anılıyor. Şimdiye kadar kayıtlara geçmiş 30 depremin yaşandığı Hatay’da, bunlardan yedisi şehrin tamamen yıkılmasına neden olmuş. Dolayısıyla 6 Şubat depremleri ile Hatay’ın 8. kere yıkıldığı ifade ediliyor. Bundan önce 7 kere yıkılan ve her seferinde yeniden kurulan Hatay’ın ‘küllerinden doğmayı bilen’ şehir olduğu söylemi oldukça yaygın. Ancak tarihindeki deprem gerçeğine rağmen Hatay neden 7 kez yıkıldı? Hatay 8. kere nasıl kurulacak? Daha önce çokça yapılan hataların tekrarlanmaması için ne gerekli?
Bu soruların cevaplarını ve daha fazlasını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden Dr. Tuğçe Tezer cevapladı. Doktora tezini Antakya üzerine yazan Tezer, depremler öncesi Antakya’yı bolca ziyaret etmiş ve Antakyalılar ile bir olmuş bir isim aynı zamanda. Depremler sonrası Antakya ile bağını hiç koparmayan Tezer, şehrin kültürü, doğası, tarihi ile birlikte yeniden ayağa kalkması için çalışmalar yürüttü.
Tezer yaptığı açıklamada, “Tarihi boyunca çok kez yıkılmış bir şehir Hatay. Belli ki, yerleşmeyi burada kurmaya, burada yerleşmeye dair bir ısrar var. 1872 yılındaki depremle ilgili şöyle yazılmış: “Eski Antakya’da bulunan 149 konut hariç bütün konutlar yıkıldı.” Tabii ki bugün de tarihteki Antakya depremleriyle kıyaslanan çok büyük bir yıkım yaşadık ancak belki bu depremden önceki depremlerdeki yıkımı tahayyül etmek çok kolay olmuyordu.
Ben Antakya dışında da genel olarak yerleşmelerin tarihi üzerine çalışıyorum ve yerleşme tarihinde bazı özellikler çok ortaklaşıyor. Mesela bir suyun kenarında ya da ovaya yerleşme eğilimi olduğunu görüyoruz. Antakya’nın yerleştiği konum bu özellikleri karşılıyor ama teknik olarak bakarsanız zemin özellikleri açısından hiç sağlam olmayan, hatta büyük bir kısmı zemin mukavemeti açısından ‘zayıf’ ve ‘en zayıf’ nitelikte olan bir alandan bahsediyoruz. Daha önceki depremlerde de büyük can kayıpları var ama o dönemlerdeki teknoloji ve teknik bilgi nedeniyle buradaki fay hatlarının ve zemin yapısının bilinmemesi söz konusu. Burada yeniden kurulma ısrarının nedeni, ‘Antakyalı’ olmakla, Antakya aidiyetiyle alakalı biraz da Kültürle, inançla, sosyal doku çeşitliğiyle yoğun şekilde ilişkili bir bütünsel durum var orada. Kafanızı çevirdiğinizde Ortodoks Kilisesi’ne selam verip oradan devam etmek, Affan Kahvesi’ne uğrayıp bir kahve içmek, sonra Uzun Çarşı’ya girip Köprübaşı’ndan çıkmak gibi bolca ritüeli olan, gündelik bir hayat var” dedi.
‘RÖNESANS REZİDANS İÇİN İZİN VERİLEN 2.8 EMSALLE NEREDEYSE ZORLU CENTER’I YAPABİLİRSİNİZ’
Açıklamasına devam eden Dr. Tuğçe Tezer, “Deprem yönetmeliğinin gayet iyi olduğu uzmanlarca söyleniyor ama yönetmelikte belirtilen ivme aralığı, burada depremin yarattığı ivmeye göre düşük seviyede. O yönetmeliğe göre yapılanların çoğu bu depremde fay hattına yakınlığına göre ya hasar gördü ya da yıkıldı. Çünkü deprem Hatay’da, jeoloji mühendislerinin açıklamalarına göre, zemin yapısı ve ivme gibi değişkenler nedeniyle 7-8 büyüklüğünden çok daha yüksek hissedildi. Bu yönetmeliğe göre yapıldığı söylenen ve yaklaşık bin kişinin hayatını kaybettiği Rönesans Rezidans’ı hatırlatmak isterim. Oranın geçmişte zeytinlik olduğu biliniyordu. Hatay’ın pek çok yerinde sıvılaşma yaşandı. Bu sebeple bazı binalar zemin ve giriş katları üstüne oturdu. Dolayısıyla çok kere yıkılmış ve yeniden kurulmuş bu şehirle ilgili bilinenler bir sonraki kuşağa nasıl aktarılamamış?
Çok güzel bir soru. Maalesef tek bir yanıtı yok. Çünkü buradaki sorun, afet öncesi tedbirlerin alınması için gerekli bilgilerin sorumlular tarafından bilinmemesinden kaynaklanmıyor. Rönesans Rezidans’ın yapımı 2013 yılında tamamlandı. Biraz geriye gidelim. Hatay, 2012 yılında büyükşehir statüsü kazandı. 2014 yılında Hatay Büyükşehir Belediyesi kurularak faaliyete başladı. Bundan önce Antakya, Hatay’ın merkez ilçesiydi, çevresinde de köyler ve beldeler vardı. Büyükşehir kurulunca beldeler ilçelere, köyler de mahallelere dönüştü. Büyükşehir Belediyesi öncesi dönemde, bütün belde belediyeleri kendileri için uygulama imar planları yapmıştı. 1/1000 ölçekli planlar beldeler için belde belediyeleri, köyler için de İl Özel İdaresi tarafından yapıldı. Ekinci Belediyesi, belde belediyesi olduğu dönemde, 2010 yılında bir revizyon imar planı yaptı. Ekinci Belediyesi’nin yaptığı bu plana göre, Rönesans Rezidans’ın yapıldığı parsel ve çevresi zeytinlik olduğu halde, 2.8 emsal verildi. Çıkılacak kat için üst sınır da (hmax) konulmadı. 2.8 emsal değeriyle neredeyse Zorlu Center’ı yapabilirsiniz, öyle düşünün. Rezidansın etrafındaki zeytinliklerin emsalleri ise bu dönemde 0.4-0.5 aralığında. Rönesans Rezidans’ın müteahhidi kim diye baktığımızda, kendisinin 2011 yılında yapılan Hatay Deprem Çalıştayı’ndaki konuşmacılardan biri, hatta o dönemin Mimarlar Odası Hatay Şube Başkanı olduğunu görüyoruz. Sizce burada bilgi sorunu var mı? Rönesans Rezidans’ın neden yıkıldığına bakmak, maalesef bize çok önemli bir bilgi daha veriyor. Evet, zemin çok zayıf, yapılaşmaya uygun değil. Ancak çok ileri teknoloji ile düşük yoğunluklu ve dayanıklı bir yapılaşma mümkün olabilirdi. Burada, Antakya’da diğer pek çok yapının yıkımına sebep olan başka ihmaller olduğu, mühendislik hataları da yapıldığı söyleniyor. Yapı denetim dediğimiz bir süreç var. Bir yapının ruhsat alma sürecinin her aşamasında denetim görmesi anlamına geliyor. Bunların bu süreçte layıkıyla yapılmadığını söylemek herhalde sürpriz olmaz” ifadelerini kullandı.
‘Yeniden inşa’ meselesine dair bilgi veren Dr. Tezer, “Deprem oldu ve hemen OHAL ilan edildi. Mart ayında deprem bölgesi illeri için farklı mimarlar ‘master plan’ yapmak üzere görevlendirildi. Master plan ise Türkiye Planlama Mevzuatı’na göre planlama hiyerarşisi içinde olmayan bir plan türü. Hatay’da bu planların yapılması için DB Mimarlık görevlendirildi. Master plan çalışmalarının Hatay, Antakya ve diğer ilçeler için devam ettiği süreçte, bir taraftan şöyle şeyler yaşandı; askı süreleri depremden önce başlamış ve OHAL ilanıyla kesintiye uğrayan imar planlarının askı süreleri, üç aylık OHAL süresi bittiğinde kaldığı yerden devam etti. Sanki burada 7 büyüklüğünün üzerinde en az üç, 5 büyüklüğünün üzerinde en az iki deprem yaşanmamış, hala her gün artçı depremler sürmüyormuşçasına, planların askı süreçleri devam etti. Meslek odalarından bu konuda çok sayıda itiraz yapıldı, ‘burada deprem oldu, bu çalışmaları buna göre revize etmeniz gerekiyor’ dediler. Bildiğim kadarıyla İskenderun’daki bir plan haricinde bütün itirazlar reddedildi ve belediye meclisleri askıya çıkarılmış olan bu planları oy birliğiyle onayladı. Bir yandan, dediğim gibi master plan çalışmaları devam ediyor. Öte yandan 5 Nisan’da ‘eski Antakya’ dediğimiz kentsel sit alanı ve kuzeyindeki arkeolojik sit alanının bir kısmını içeren alan, ‘riskli alan’ ilan edildi. 307 hektarlık bir alan. Böylece buradaki imar planı yetkisi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na geçti. Sonra burada Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ÇŞİDB bir protokol yapıldı ve buradaki imar planı yetkisi tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verildi. Bu süreci takiben bir koruma amaçlı bir imar planı süreci başladı. DB Mimarlık, Türkiye Tasarım Vakfı ve Kentsel Yenileme Merkezi (KEYM) bir araya geldiği koruma amaçlı bir planı süreci hala devam ediyor, plan henüz askıya çıkmadı” dedi.
‘GİDENLERİN HATAY’A DÖNME KOŞULLARI YARATILMALI’
“Hatay’da çok bütünsel bir imar yaklaşımı var gibi görünüyor ancak bir yandan da çok parçalı bir yapı söz konusu” olduğunu açıklayan Dr. Tezer, “Burada, merkezî ve yerel düzeyde bütün kurumların birlikte çalışmak zorunda olduğu, özel sektörün süreci desteklemek zorunda olduğu ölçekte ve yerel halkın sürecin her aşamasına dâhil edilmesinin bir mecburiyet olduğu bir afetten bahsediyoruz. Ancak depremin başından bu yana süreci 400’e yakın toplantı, görüşme, yazı ve seminerlerle izlemiş biri olarak açık bir şekilde ‘bu aktörler arasında uyumlu bir çalışma süreci söz konusu değil’ diyebilirim. Planlama dediğimiz şey, güncel durum analizinden beslenmeli. Planlama sürecinde ilk yapmamız gereken şey, ‘burada nasıl bir nüfus yaşıyor, (ortalama 15-20 yıl sonrası için) nasıl bir toplam nüfus tahayyül etmeliyiz’ sorularına cevap vermek. Depremden önce burada yaşayan halk şimdi nerede? Mersin, Adana, Ankara, İzmir, Antalya gibi şehirlere dağılmış durumdalar. Çok azı Hatay’da… Geçici barınma alanlarında yaşayanlar buradaki yerel halkın çok önemli bir parçası evet, ama peki ya gidenler… Onların buraya dönmek için farklı koşullara ihtiyacı var. Oradaki eski ve yeni arkadaşlarımdan aldığım bazı bilgiler var. Örneğin; Uzun Çarşı’da zanaatkar olan esnafın bir kısmı Kapalı Çarşı’da çalışmaya başladı. Onların geri dönme koşullarını neler belirleyecek? Bunların tamamını gözeten bir planlama süreci olmalı. Fakat şu anda böyle bir şeyden ve bütünsel bir bakıştan bahsedemiyoruz” diyerek konuşmasına devam etti.
‘BEN ANTAKYA’YI BİR KENT GİBİ DEĞİL DE ÇOK YAKIN BİR ARKADAŞIM OLARAK GÖRÜYORUM’
Son olarak Tezer, “Bence uygun koşulları yarattığımızda imkânı olan herkes geri dönecek. Size bu sloganı ilk gördüğümde ne hissettiğimi ve düşündüğümü anlatmaya çalışacağım, çünkü biraz karışık benim için. Bir taraftan çok heyecanlandım, diğer taraftan da hiç şaşırmadım. Aynı zamanda bu söz, Antakya’nın ve Hatay’ın olası gelecek senaryolarına dair beni umutlandırdı. Deprem sonrası çok etkinlik oldu biliyorsunuz, bunların birinde konuşmacı olan Murat Güvenç, şöyle bir ifade kullandı: “Bir şeyin değerini kaybettiğinde anlarsın.” Bu söz aklıma takıldı ve üstüne düşünmeye başladım. Bu ifade, pek çok yer için geçerli olabilir ama Hatay ve Antakya için durum başka. Hataylıların, o yerin değerini anlaması için kaybetmesi gerekmedi. Bir örnek vereyim, Hataylı olup Hatay dışında üniversite okuyan pek çok kişi hayatını kurmak üzere Hatay’a geri gelir. Hataylıların bazıları, depremden sonra oldukça zor koşullara rağmen orada yaşamaya devam etti. Evet bir kısmı da farklı illere gitti ve giderken geride bu yazıları bıraktılar. Hatta bir yazıda ‘Gitmedik ki dönelim Hatay’ diyorlardı. Bence bunlar iyiye işaret. Ben Antakya’yı bir kent gibi değil de çok yakın bir arkadaşım olarak görüyorum. Hep koruyup kollamak istediğim ve beni her seferinde tüm açıklığıyla kucaklayan bir arkadaş. Depremle beraber bu histe hiç de yalnız olmadığım fark ettim. Bu çok güzel bir akrabalığı çağrıştırıyor bana. Bir diğer açıdan, bu duvar yazılarını yazan kişilerin bunu, yani bir an önce geri dönmeyi gerçekten istediğini biliyorum. Bunu nerden biliyorum, çünkü şöyle örnekler görüyorum; yeni doğum yapmış biri bir konteyner bulduğu ilk an, tüm sorunlarına rağmen oraya dönüyor. Bu çok önemli bir irade. ‘Biz buradayız ve burada yapılacak olan her şey, bizim bundan sonraki hayatımızı etkileyecek, biz bu sürecin içindeyiz’ demek. Biz burada olan ve buraya dönecek insanlar için uygun yaşam koşullarını oluşturmalıyız. Esnek planlama koşullarına mecburuz ve kalıcı mekânsal planlama gerçekleşene kadar burada yaşama iradesi gösteren insanlara sağlıklı, hijyenik ve kentin bütün hizmetlerinden yararlanabilecekleri olanakları yaratmalıyız. Aslında ‘afet planlama’ dediğimiz şey, tam da bunları kapsayan bir şey. Bunların depremden sonra hemen yapılması gerekiyordu, ancak hala birçok açıdan yapabildiğimizi söyleyemeyiz. Bir yandan da şunu mutlaka konuşmalıyız, deprem nedeniyle ampute olmuş, artık engelli olan çok sayıda insan var. Dolayısıyla ‘engelsiz kent’in bizim için bir tercih değil, zorunluluk olduğunu unutmamalıyız” açıklamasında bulundu.