YARIŞ ATI-ATIN SAHİBİ-JOKEY
“At çok fazla çalışıp, hızlı koşup yarışı kazanıyor.
Atın sahibine 3 milyon lira, ata binen jokeye 250 bin lira, ata ise kazandı diye havuç veriyorlar. Hah, işte o at biziz.”
ÇİFTÇİ-KOMİSYONCU-MANAV
Bir çiftçi yaz demeden, kış demeden zor şartlarda üç ay, dört ay çalışıp çabalayıp ürününü yetiştirip masrafıyla beraber 3 liradan komisyoncuya satıyor. Komisyoncu hiç zahmetsiz bir şekilde oturduğu yerden bir saatte bilemedin bir günde 6 liradan manava satıyor, manav da müşteriye 10 liradan satıyor. Burada üretici çiftçi masrafı düştükten sonra 1 lira kazanmış, komisyoncu 3 lira kazanmış, manav ise 4 lira kazanmıştır. Yani en uzun sürede emek ve en fazla masraf eden çiftçi en az kar ederken, en az zahmet ve masraf eden komisyoncu ve manav en fazla kar eden konumundadır.
YAZAR-YAYINCI-KİTAPÇI
Yazarın konumu da yukarıdaki örneklerde olduğu gibi ya yarışı kazanan at ya da mahsulü üreten çiftçi gibidir.
Yazar, günlerini, aylarını, yıllarını verip bir kitap yazıyor. Araştırıyor, düşünüyor ve bir şeyler üretiyor. Belki bir sene, belki beş sene belki de on sene bir kitabın üzerinde çalışıyor.
Yayıncı 15-20 günde kitabı basıp yayınlıyor. Kitapçı ise rafına koyup satıyor.
Burada en zahmetli işi yapan yazardır. Sonra kitabı kısa bir sürede basıp, yayınlayan yayıncıdır. En zahmetsiz işi yapan ise kitabı okuyucuya satan kitapçı. Ama iş para kazanmaya gelince en fazla kazanan yayıncı ve kitapçıdır. En az kazanan, zaman zaman kazanmayan hatta üzerine para veren ise yazardır. Çünkü çoğu yayınevi yazarın kitabını ücret karşılığı basıyor, çok az miktarda yazara veriyor, daha fazla isterse onu da parayla satıyor. Yani yazar, parayla bastırdığı kitabını tekrar parayla satın alma noktasına geliyor.
Burada çok açık bir şekilde emek ve bilgi sömürüsü yapılıyor.
Bu örneklerde görüldüğü gibi at sömürülüyor, hakkı verilmiyor.
Çiftçi sömürülüyor, hakkını alamıyor.
Yazar sömürülüyor, hakkı yeniyor.
At üzerinden, çiftçi üzerinden ve yazar üzerinden birileri para kazanıyor.
Atın, çiftçinin ve yazarın kaderlerinin aynı olduğunu görüyoruz.
YAZARA, YAYINCIYA, OKURA MANİFESTO
Dursun Kuveloğlu, 3 Mart 2018 tarihli Türkiye gazetesindeki “Yazara, Yayıncıya, Okura Manifesto” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Önce basit bir hesap yapalım: Bir kitap, (zamanımızda ürün haline geldi) 100 lira olsun. Normal şartlarda ortalama on lirası yazara telif ücreti olarak ödenmektedir. 20 lirası maliyet vs. derken geriye kaldı 70 lira. Bunun da elli lirası dağıtımcının payıdır. Yüz liradan yayınevine kalacak olan 20 liradır. Sömürü çarkına bakınız. Yazarı yayınevi, yayınevini dağıtımcı, onu kitapçı ve hepsi birden okuru sömürüyor. Çünkü herkesin payı üst üste biniyor.
Eyyyy yazar ve yayıncı diye bilinenler, pazarlananlar, parlatılanlar. Biriniz yazmayı diğeriniz de yayıncılığı bıraksın. Neden mi? İzah edeyim efendim: Şahıs heves ediyor; “herkes yazıyor, ben niye yazmayayım” diyor. Ama yazı kirliliğine katkı sağlamanın ötesinde bir varlık, bir değer ortaya koyamıyor. Yayıncı da beğenmiyor, basmıyor. Buraya kadar her şey normal. Ama bitmiyor. Basılmaya değer bulunmayan eserleri para karşılığı basan yayınevleri sardı ortalığı. Basım maliyeti üç bin lira ama yayıncı beş bin lira alıyor. Tek kitap satmadan maliyetini de karını da çıkarıyor. Eserin (!) sahibine kitapları veriyor. Yazar (!) da işportacı gibi tencere tava satar gibi, çığırtkan gibi, kapı kapı dolaşıp “kitap yazdım nolur alın” diyerek hem yazan hem de satan alıyor. Kafası karışan okur da her yazara aynı muameleyi yapıyor. Haklı! “Bir tane imzala, bana gönder, parası neyse gönderirim” diyor, önüne gelen yazara. Yazar da “bu ne saygısızlık efendim, ben yazarım, satıcı mıyım?” diyor, inciniyor. İyi hoş da piyasada yazar diye ortalarda dolaşanların yarısı bir kısım okuru böyle alıştırdı. Okur “racon galiba bu” diye düşünmeye başladı. Okurun kabahati nerede?
“Benim yazar olduğumu kimseye söylemeyin, soran olursa istidacı dersiniz” diyesim geliyor. Bir kısım yazarlar işportacı gibi. Çığırtkan gibi. Pazarda soğan, domates, patates satan pazarcı bile bazı yazarlar kadar çığırtkanlık yaparak yazarlık yapma derdine düşmüyor. Yazar, yazardır! Satıcı, pazarlamacı, işportacı, çığırtkan değildir. Böyle yaparak sadece saygınlığınızı ve meslektaşlarınızın itibarlarını zedeliyorsunuz. Yapmayın! İyi eseriniz varsa, iyi eserin alıcısının çok olmasına gerek yok. Tiraj miktarı eserin kalitesini tayin etmez. Hak edene, talep edene, kıymetini bilene ulaşsın sözünüz, kaleminiz, kelamınız!”
YAZAR DA YAYINCI DA HAKLI, AMA OLAN OKURA OLUYOR
Yazar İsrafil K. Kumbasar, 29 Temmuz 2011 tarihli Yeniçağ gazetesindeki köşe yazısında yazar-yayıncı-okur hakkında şunları dile getiriyor:
“Yayıncılık işiyle uğraşan birçok kişi ile yazarlar arasında çoğunluğu maddi sebeplerden dolayı hep sıkıntı yaşanır.
Bu sıkıntılar, okuyucuya ‘daha kaliteli eserler’ ulaşmasının önünde büyük bir engel teşkil eder.
Kitabını yayınlatmak isteyen düşünüyor:
– “Kitabımız herkese ulaşsın, herkes okusun. Bizim kazanmamızın bir önemi yok. Fikrimiz, düşüncemiz kazansın.”
Ama kazın ayağı hiç de öyle değil işte.
Yayıncı, gönlünden kopup da telif için bir şeyler verirse ne âlâ. Vermezse yazar, ‘sürünmeye’ devam ederken onun sırtından kazanan birileri bir bakmışsınız ki hanları hamamları dikivermişler.
Bu durumdaki kalem sahiplerinden ‘yeni eserler’ vermelerini nasıl bekleyebiliriz?
Yayıncıların çoğu, yazarların önüne öyle bir sözleşme koyuyorlar ki… Tabii yazarlar yayıncılarına güvendikleri için çoğu zaman ayrıntılı bir şekilde okumadan basıyorlar imzayı.
Sonra öyle şeylerle karşılaşıyorlar ki, bazen bırakın ‘alacaklı’ olmayı yayınevine ‘borçlu’ bile çıkabiliyorlar.
Anlayacağınız tam bir kölelik sözleşmesi.
***
İçerisinde ne kadar değerli yazılar olursa olsun, ‘madde’ ve ‘mana’ bir araya gelmeyince, kitabın görüntüsü ne yazık ki ‘itici’ oluveriyor.
En iç sızlatanı da nedir biliyor musunuz?
Vefat etmiş yazarların mirasçıları yoksa, eserlerinin çarçur edilmesi.
Ya bir yayınevine ‘yayın hakkı’ verilmiştir, o yayınevi kapanmıştır; ama yayın hakkı ‘yayınevinin mirasçılarının’ elindedir, başkası basamaz.
Veya mirasçılar, üç-beş kuruş telif hakkı için kalitesiz yayınevine kitapları devrederler.
Yayıncıların da ‘ucuza’ satabilmek için yaptıkları ilk iş ‘kaliteyi düşürmek’ olur.
Yazarlar, yayıncılardan dertliler, yayıncılar ise ‘dağıtım’ şirketlerinden.
Dağıtım şirketleri, özellikle büyük mağazalar, yayıncıları istedikleri gibi oynatırlar. Söz verdikleri zamanda ödeme yapmayınca, yayıncının bütün dengeleri alt üst olur.
‘Kâğıtçıya’ borçlu, ‘matbaacıya’ borçlu, ‘kapakçıya’ borçlu, ‘sayfa yapana’ borçlu.
Tek borçlu olmadığı kişi kitabın yazarıdır.”