Her Şeye Rağmen Prensibi

“Doğa” nın ya da “Tanrı” da diyebiliriz ya da” Üst bir gücün” bizleri ve tüm yaratılışı yaratırken bu kadar çok farklılığa neden gerek duyduğunu merak etmemek elde değil! Bunca gezegen, yıldızlar, gök taşları ve farklı olmaları, bunca çeşit bitki ve bir sürü farklı hayvan… Tabi elbette insanlar da… Herkes farklı. Birbiri ile aynı iki insan bulamazsınız!

Tüm bu farklılıklar içinde hepimiz bir uzay ya da boşluk içerisinde bir şekilde var oluyoruz. Doğuyoruz, yaşıyoruz ve yok olup gidiyoruz… Hâl böyleyken de sormadan durulmuyor: “Kısa süren bu hayatta, ardı arkası kesilmeyen acı ve tatsızlıklar içerisinde yaşamanın ne anlamı var?”

Doğamız sürekli mutlu olmak isterken nasıl olur da sayılı günlerimizin çoğunu saçma sapan, can sıkan ve üzen ve strese sokan şeylerle geçirip, ölüyoruz?!

Önümüzde doğanın güzellikleri, ve tüm farklılıklarına rağmen ahengi, uyumu ve bütünselliği var iken, nasıl olur da, insan, hani sanki en zeki varlık dedikleri, mutsuzluktan mutsuzluğa ve tarihi boyunca acıdan acıya, yıkımdan yıkıma, hem de koşa koşa, gidiyor?

Hayatımızın sıkıntılarını aşmak ve gerçekten mutlu ve huzurlu bir hayata gelmek mümkündür. Bunun için doğayı örnek almalıyız, hayatı ya da Yaradan’ın yarattığı düzeni… Yaratılışın düzenli ahengi arkasında ise temel bir kanun yatıyor: “Her şeye rağmen prensibi”.

Hepimizin hisleri, fikirleri, düşünceleri ve neyi nasıl istediği farklı. Doğada da öyle… Nasıl tüm cansız, bitki ve hayvan seviyeleri farklı ise onların da yaratılış doğalarına göre yaşayışları farklı, ama onların yapıp bizim de yapabileceğimiz ama yapmadığımız bir şey var: “Birbirimizi, doğa ya da Yaradan bizi nasıl yarattıysa o şekilde kabul etmek”.

Birbirimizi kullanmak, birbirimize kendi istediklerimizi yaptırmak ve kendi doğru bildiklerimize zorlamak ya da ezmek ve sömürmek ve kendi arzularımızı tatmin etmek için birbirimize zarar vermektense, birbirimize destek ve yardımcı olarak doğada her şeyin birbirini tamamladığı gibi bizim de birbirimizi tamamlamasıyla herkes için bir ahenk oluşturabiliriz.

Kendi yaşadığımız gezegeni yiye yiye bitirmek yerine ve banka hesabımızı telefon numaramız gibi yapma heyecanını, geçici fani hayatın sayılı günlerinde amaç etmeyi bırakır da gerçekten değer diyebileceğimiz huzur ve sükûneti insan ve insan arasındaki iyi ilişkilerde ahenge getirebilirsek, o zaman iyi bir hayat inşa edebilir ve vahşi bir insan olacağımıza, gerçek anlamıyla yaratılıştan sahip olduğu aklın seviyesinde layığı ile var olabileceği bir hayat kurabiliriz…

Hepimizin tüm farklılıklarımıza rağmen, düşüncede, inançta, renkte, kültür ve geleneklerde, karakter ve tiplemelerde, kısaca her şeye rağmen, birlikte yaşamanın gerekliliğini, özellikle içinde bulunduğumuz bu dönemde, nasıl beraber birlik ve bütünlük içerisinde var olabileceğimizi öğrenmemiz, bilmemiz ve uygulamamız gerekmektedir.

Yoksa gördüğünüz gibi, her gün birbirimizi yiye yiye yaşamaya devam edeceğiz! İşin açıkçası bu şekilde yaşamaya devam edersek bunun sonu “yok.”

Birbirimizin fikirlerini ve görüşlerini değiştirmeye çalışmayı bırakalım ve bir halk ve esasen tüm insanoğlu olarak, her şeye rağmen, doğanın, Yaradan’ın bizi yarattığı ve herkesi ayrı ayrı özel olarak yarattığı nitelikleriyle kabul edelim. Niteliklerimizi ve vasıflarımızı herkesi ezmek ve kendimizi yükseltmek için değil, ama herkesi destekleyerek ve tamamlayarak kullanalım ve ancak “başkalarının yücelmesine sebep olursam yücelebileceğimizi” anlayalım.

Tarih kendini yüceltenleri değil kendilerini, halklarını yüceltmek için hayatlarını adayanları sevgiyle anar. Gelin hep birlikte bir nesil olarak anılanım! Bizi kontrol eden egoist doğamızı, hissetmediğimiz ama içimizde var olan o küçük özgecil parçacıları bir araya getirerek yenelim…

Birbirimizi her şeye rağmen kabul etmenin gerekliliği, herkesin bütünlüğü tamamlayabileceği bir yeri olduğu içindir ve hiç kimse gereksiz ve sebepsiz değildir!

Mutlu Meydan

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir