İnsanoğlu kendini daha iyi idare edebilmek, daha iyi, uyumlu ve mutlu yaşayabilmek uğruna binlerce yıldır etik ya da ahlak dediğimiz kuralları oluşturmaktadır. Bu genel ahlak anlayışı da toplumu belli bir yere kadar idare etmiştir.
Ancak nesilden nesile ahlakın zayıfladığını ve bizim neslimizde de hiçbir işe yaramadığını görüyoruz. Bu yüzden toplumda “ahlaklı” olduklarını sananlar, sürekli “ahlaklıyız” diyen ama bir türlü “ahlaklı” davranamayanlardan şikayetçi olurlar. “Ahlaklı” olduğunu sanan ya da düşünenler de her zaman yaptıkları “ahlaksızlıklara” bir kılıf uydurarak kendilerini haklı çıkartıyorlar! Çocuk tecavüzcülüğüne bile!
Dolayısıyla bu ahlak konusunu netleştirmek lazım. Bunun için de insanoğlunun gelişimini anlamamız lazım.
İnsanoğlunu hayvan, bitki ve cansız seviyeden ayıran en önemli faktör nesilden nesile gelişen arzularıdır. Nesiller boyunca gelişimimizi, sürekli artan, daha iyi, daha güzel ve daha rahat bir hayatı elde etme arzumuza ve gelişmeye doğru bizi kuvvetle iten egoizme borçluyuz. Doğamız mutlu olmak istiyor ve bunu arzularını tatmin ederek başarmak durumunda. Bunu başarırken de egoizmini devreye sokmak durumunda ki kendisi için elde etmek istediklerini diğerlerini kullanarak alabilsin.
Hal böyleyken, her nesilde giderek artan haz alma arzusu ve buna eşlik ederek büyüyen egoizm, büyük arzuları olan kişiler için, ahlaki değerleri ‘uygulanacak şeyler’ değil, ‘ahkam kesmek için kullanılacak şeyler’ haline getirmiştir! Bizler de yeni neslin giderek kötüye gitmesinden, dünyada artan boşanmalardan, yolsuzluklardan, savaşlardan ve benzeri birçok kötülüğün ortaya çıkmasından, ahlakın işe yaramadığını ve bu koşullarda da yaramayacağını görüyoruz.
Ahlak hayata yönelik arzuları az ve düşük seviyede olan insanlar için kabul edilebilir bir şey, yani genel kitleler için uygun. Çünkü onların çok zengin olmak, ünlü ya da yönetici veya bilim adamı olmak gibi büyük arzuları yok. Yani basit hayatlarıyla mutlu olabiliyorlarsa onlar için ne âlâ… Ama toplumda gelişmiş insanlar hep azınlıktır ve bu insanların egosu büyüktür ve onlar elde etmek istedikleri şeyler için ahlak gibi şeylere aldırmazlar. Sadece ahlak kavramını elde etmek istedikleri şeyler için kullanırlar o kadar…
Dolayısıyla halkın çoğunluğu bir dereceye kadar ahlakı benimsese de yöneticiler büyük egoist arzulara sahip oldukları için, yönetici pozisyonları her zaman ahlaksızlıklarla doludur. Yani ahlak, alma arzusu büyük olanların ve dolayısıyla büyük egoistlerin dikkate aldığı bir şey olmaz. Bu yüzden halkın, ahlaksızlıktan şikayetçi olması insan doğası konusunu kavrayamamış olmalarından kaynaklıdır.
Ahlak, insan doğasını ve gelişimini anlamadan, yaratılışın kanunları dediğimiz doğa kanunlarını bilmeden ve insan ile doğa kanunlarını ortak bir yerde buluşturmadan, hiçbir şekilde ne bireysel ne toplumsal ne de doğal afetlerin ıstıraplarından bizi kurtaramaz.
Ahlakın uygulanması için kendimizi ve hayatın bizi yönlendirmesini anlamalıyız. Zira hayatın bir amacı var. İnsan kendi yaratılış amacını bilmezse kendini karanlığın içinde kaybolmuş ve giderek daha betere doğru ilerler halde bulacaktır.
Çözüm: ‘Öğrenmek ve değişimin kendi kendimizi ızdıraptan kurtarmak için gerekli olduğunu anlamaktan geçiyor!‘