HABER MERKEZİ
Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı (AÇKD) Başkanı Nilgün Karasu, olağandışı zamanlardan geçtiklerini belirterek, depremlerle, savaşlarla, küresel adaletsizliklerin her geçen gün derinleşmesiyle, ekolojik eşiklerin aşılmasıyla ve iklim kriziyle nefes almanın her geçen gün zorlaştığını söyledi.
AÇKD Başkanı Nilgün Karasu, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte yaptığı basın açıklamasında şu sözlere yer verdi: “Nefes alamayan bir tek bizler değiliz, evimiz yeryüzümüz hasta. Ve kaynaklar sınırsızmış gibi hareket ederek sadece ekonomik büyümeyi el üzerinde tutan sistemimiz yeryüzünü her geçen gün daha da hasta ediyor. Her yaz yaşadığımız kontrol edilemeyen orman yangınları, kuraklık, sıcak dalgaları, aniden bastıran yağışlar hep bu hastalığın semptomları.
Fosil yakıtlara dayalı kurduğumuz uygarlık, yarattığımız tüketim toplumu, yeryüzü üzerinde büyük bir tahribat bırakıyor; atmosferde yoğunluğu her geçen gün artan sera gazları ortalama sıcaklık artışlarını tetikleyerek aşırı hava olaylarını beraberinde getiriyor. Üstelik yıkımlarla, canlarımızla krizin faturasını ödemek zorunda kalanlar da yine bizler oluyoruz. 6 ve 20 Şubat tarihlerinde yaşadığımız depremlerin ardından gelişen afet yönetememe krizi, bölgemizde çevre ve insan sağlığı ile tarihi doku açısından büyük bir afete dönüştü” dedi.
Yetkili ve sorumluların sergiledikleri anlayışla, Hatay’da çözümü belki de yıllara yayılacak ya da çözümlenmeden ortada kalacak birçok problemle baş başa kaldıklarının altını çizen Karasu, “İlk günden itibaren bas bas bağırmamıza rağmen, meslek odalarımızın tüm uyarılarına rağmen enkaz kaldırma çalışmalarının uygun yönetilememesi, yıkıntıların yerinde ayrıştırılması, taşınması ve depolanmasında yapılan yanlışlık ve ihmaller ekoloji ve halk sağlığı problemlerine büyük ölçüde neden olmaya devam etmektedir. Yıkıntılar ve molozlar yerleşim alanlarının, konteynır kentlerin, okulların, kamu kurumlarının, zeytinliklerin, tarım alanlarının ve dere kenarlarına dökülmeye devam etmekte, dere yatakları, orman arazileri, zeytinlikler, seralar, tarım arazileri ve su varlıklarına çok yakın bölgeler döküm sahası olarak tercih edilmeye ve molozların üstü kapatılmadan kamyonlarla tehlikeli bir şekilde taşınmaya devam edilmektedir” ifadelerini kullandılar.
HERGÜN YENİ BİR SORUNLA GÜNE BAŞLIYORUZ
Karasu, “Depremin ilk gününden bu yana katlanan sorunlarımıza çözüm bulunmadan her gün yeni bir sorunla güne başlıyoruz. Güvenliğimizin sağlanması, barınma ve konut sorunu, artan kiralar, suya erişim, sağlık hizmetleri, eğitimin sürdürülebilirliği, okulların güvenliği, öğretmenlerin barınma sorunu, konteynır kentlerin sorunları, ekonomik sorunlar, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği ve birçok sayamadığımız sorunlar. Şiddetli yağmurlarda çadır ve konteynırlarda ki çaresizlik, güvenlik olmadığı için çadırlarını terk edemeyen birçok aile kaderiyle baş başa kalmaktadır. Tüm bu kaotik ortam içinde, asbest, diğer kimyasallar ve hava kirliliği sağlığımızı tehdit ederken bir sabah ihaleye verilmiş ve ÇED gerekli değildir onayı alınmış taş ocakları haberleriyle uyandık. Büyük bir rant alanı olarak görülen ilimizde başlayacak olan yapılaşma ile inşaat malzemesi sorunu da böylelikle çözüm bulmuş oldu” açıklamasında bulundu.
TAŞ OCAĞI FAALİYETLERİ ORMAN VE BİTKİ ÖRTÜSÜNÜ ORTADAN KALDIRIR
Son olarak taş ocağı faaliyetlerine değinen Karasu, “Taş ocağı faaliyeti toprakla birlikte, orman ve bitki örtüsünü ortadan kaldırılır. Morfoloji bozulur, erozyon hızlanır, tarım alanları zarar görür. Yeraltı su sistemi bozulur, patlatmaların etkisiyle heyelan, çökmeler olur ve katlanan tüm bu sorunlar için de yaşam mücadelemizle direnmeye devam etmek zorunda bırakılacağız. Tüm bu yaşadıklarımızdan ders çıkarmak ve sağlıklı bir gelecek için; Depreme ve iklime dayanıklı kentler yaratmalıyız, Sürdürülebilir kentler yaratmanın yolu da deprem ve iklim risklerini aynı anda azaltacak politikalar izlemekten geçiyor. Deprem sonrası doğru adımlar atılmalı, Kontrol edilebilir risklere hazırlıklı olunmalı, Afet sonrası enerji güvenliği için yenilenebilir enerji önemli, Afet risklerine karşı kompakt kentler tercih edilmeli, Yeşil alanlar doğru tasarlanmalı ve erişilebilir olmalı, Kent içi ulaşımda raylı sistemler artırılmalı, Yapılar da iklim değişikliğine hazırlanmalı.
Yüzyılın felaketini yaşadık, yüzyılın ekolojik yıkımını yaşadık. Temennimiz yeni inşa edilecek şehrimizde depreme dayanıklı bir kent, insan merkezli bir kent olarak tasarlanmasıdır. Zemin sağlamlığı ve bina sağlamlığının demokratik bir şekilde üretildiği, paylaşıldığı ve kullanıldığı bir kent, deprem toplanma alanları yapılaşmaya açılmayan bir kent, tabandan gelen dayanışma ağları kuvvetli olan bir kent.
Yapacak çok işimiz var; gelin hep beraber Antakya’mızın demografik yapısını, kent kültürünü koruyarak kadim şehrimizi yok olmadan ekosistem içerisinde yeniden yaratalım” diyerek açıklamasını sonlandırdı.