İnsanın yurdu; doğdu yer midir, yoksa doyduğu yer midir? diye bir tartışma konusu her daim tartışılır durur.
Hele birde kişinin doğduğu yer köy, kasaba ise iş, vatan millet meselesine dönüşür.
Vay efendim, şehre gittin değiştin!
Vay efendim köyü unuttun!
Burnun büyüdü…
Bozuldun…
İnsanlıktan çıktın…
İşin doğrusu kimin nerede doğduğunun bir önemi yoktur.
Doğmak, doymak kavramlarını bir tarafa bırakalım.
Kişinin yaşadığı yerin, kişi üzerindeki etkisini konuşalım.
Ne dersiniz?
Köyden, kasabadan, ilçeden büyük şehirlere göçün ekonomik, sosyal, toplumsal nedeninin yanında, kişilerin; büyük şehirlerde kimlik ve kişilik bulma arayışlarının yattığı söylenilebilir.
Kişiler, büyük şehirlerde sosyal yaşamlarının değişeceğini düşünerek göç ederler.
Gerçekten büyük şehirler; kişilerin, kimlik, kişilik bulmasından etkili midir?
Büyük şehirler çok büyük önem arz eder.
Var olma yok olma hükmündedir.
İstanbul’a kar yağdığında ülkeye kış gelir!
İyi de doğuda çığ düşmüş, yollar kardan, tipiden kapanmış, okullar tatil olmuş hatta çığdan bir sürü insan ölmüş…
Bunların bir önemi yoktur.
Yaşadığın yer!
İşin doğrusu ben de bir zamanlar bu kafaydım.
Kişiye yaşanan yer mutlaka bir şeyler katıyordur.
Yer önelidir…
Fakat…
Aslolan kişidir…
Yaşanan yere kişiler bir şeyler katarlar.
Kişilerdir yeri anlamlı kılan…
İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da insanlar olmasaydı, o şehirlerin bir anlamı olacak mıydı?
Şunu diyorum: coğrafya kader değildir. Kişi kaderini kendisi çizer!
Kabullenmek…
Dert yanmak, sızlanmak…
Kaderim demek…
Doğru bir bakış açısı değildir.
Ahmet Arif diyor ya: “Nerede olursan ol,/ İçerde, dışarda, derste, sırada,/ Yürü üstüne – üstüne,/ Tükür yüzüne celladın,/ Fırsatçının, fesatçının, hayının…/ Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile,/ Umut ile, sevda ile, düş ile/ Dayan rüsva etme beni. / Gör, nasıl yeniden yaratılırım,/ Namuslu, genç ellerinle.”
Yılmaz Güney: “Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir.” diyor.
Özgürlük bedende değil kafadadır.
Kafası özgür olmayanlara yaşadığı yer hiçbir şey katmaz, katamaz.
O nedenledir ki, büyük şehirler insan yığınlarından ibarettir.
“Yaşadığın Yer” önemini yitirmelidir.
Kişi her yerde yaşayabilmeli, yaşam kurabilmelidir.
Yaşanan yerlere büyük anlam yükleyerek, kişi yaşamı kendine zindan etmemelidir.
Her yerde yaşanası bir yaşam vardır.
“Yaşanan yer” kişi ile nitelik kazanır, güzelleşir.
Kişi meseleye bu temelden bakmalıdır.