Yazıma Paulo Coelho’ya olan teşekkürüm ile başlamak istiyorum. Çünkü o amaçsız hayatı amaçlandırmak için düşlediğimiz düşlerin tam tersine amacı olan bir hayatın düşlerle amaca ulaşmasını sağlamak için olduğunu göstermek amacıyla yazmış bu kitabı. Santiago; bir çobandı, gezgindi, simyacıydı. Ancak her şeyden önce bir insandı ama o sadece kendi kişisel menkıbesi için çalışan ve kendi düşlerini yaşamak isteyen bir insandı. Çoğunluk gibi robot değil ve ona kodlananı yapmıyordu. Çünkü o, kadere inanıyordu. İşaretleri bir, resimli bir kitabı okur gibi okuyordu. Çünkü o ayrıca bir simyacıydı da rüzgâra dönüşe.
Amaçsız geçen bir hayatın bir amaca ulaşmakla geçen hayattan daha boşa harcanmış ve daha önemsiz olduğunu öğrendim bu kitabı okuduktan sonra ve kendi kendime sordum :“Hayatın anlamı nedir? Hayatın bir anlamı olsun ki bir amacı olsun. Hayat, sımsıcak güneşli bir bahar mıdır, yoksa çetin geçen dondurucu bir kış mıdır? “Çok geçmeden verdim cevabı amaçsız benliğime: Hayat ümit etmekten ibaretti “hayal ettiğimiz şeyleri”. Bazen imkânsızlığına imreniriz hayallerin ama unutmayalım ki ne hayal edersek edelim, ne ümit edersek edelim, eğer gerçekten istiyorsak bunu gerçekleştirmek için tüm evren işbirliği yapar.
Ve son olarak kitaptan çıkardıklarımı maddelersem şöyle olur:
Madde 1: Bir şey sana ne kadar yakınsa onu o kadar çok ararsın.
Madde 2: Simyanın bir bilim olmamasının yegane sebebi yanlışı doğrusu olmaması, evrenin içinde bulunan her şeyin eşit sayılması.
Madde 3: Kaderin bazen engellenemez olması. Evrenin insana yaşaması gerekeni yaşatması.
Madde 4: Her ne kadar şimdiyi yaşıyoruz desek de geçmişte olanları ve gelecekte olma olanağı olan şeyleri düşünmekten şimdiyi yaşayamamamızın ne kadar kötü ancak bir o kadar gerekli olduğu
Eğer kitap okumanızı daha da geliştirmek ve hayatı anlamlandırmak istiyorsanız bu kitabın karşınıza çıkması tam bir acemi şansı.
Duru Bilge Güzelmansur