“Birbirimizin Varlığını Kutsamak” adlı bir önceki yazıda güncel bir olaydan hareketle birbirimizin varlığını dikkate alarak yaşamanın önemi üzerinde durmuştuk. Yazının ana mesajı şuydu; “Başkalarının varlığına değer verebilmesi için kişinin kendi varlığına değer vermeyi öğrenmiş olması gerek. Başkalarını sevebilmesi için kişinin kendini sevmeyi öğrenmiş olması gerek.”
Bugünkü yazımızda devam niteliğinde şunu söyleyebiliriz; başkalarıyla ilişkimiz bilinç seviyemizin aynasıdır.
Ana rahmine düştüğümüz andan itibaren zihinsel, ruhsal ve bedensel gelişimimiz başlar. Fiziksel evrimimiz yirmi beş yaş civarında tamamlanır. Ancak farkındalık, bilinç, kültürel vb. boyutlarımız gelişmeye devam eder. Düşük bilinç (cehalet) merkezinden çıkma yolculuğudur bu. Bu sürece kısaca farkındalık diyebiliriz. Farkındalık sayesinde kendimizi, ailemizi, toplumumuzu ve hatta gezegenimizi daha iyi tanıyabilmekte ve sağlıklı bir konum belirleyebilmekteyiz.
Birey eğer kendi özgün farkındalık sürecini geliştiremezse ve aileden getirdikleriyle sınırlı bir yaşam modeline sıkışıp kalırsa, giderek bir robota dönüşür. Düşük bilinç seviyesindeki bir insan sürekli korku, kaygı, endişe, kızgınlık, öfke, suçlama, utanç, kronik stres, depresyon vs. negatif ruh halini deneyimler. Biz buna hayatta kalma modu diyoruz. Bilindiği üzere, hayatta kalmak ile yaşamak aynı şey değildir.
Hayatta kalma modunda olan bir insan, kronik mutsuzluk içerisinde olduğunu ve ömrünün hiçbir aşamasında kendi adına yaşayamadığını belirtir. Eğer öyleyse her türden zihinsel, ruhsal ve bedensel hastalığa yakalanmak kaçınılmazdır.
Bizim seanslarımız tam da bu aşamada devreye giriyor. Danışanın, kronik stres neticesinde her türlü hastalığın yaratıldığı hayatta kalma modundan çıkarıp, nefes almaya ve yaşamaya başlayacağı bir frekansa girmesini sağlamak…
İlk müdahale olarak yaptığımız şey; belli bir programa ayarlanmış ve kısır döngü içerisinde soluksuz kalmış olan danışana, pozitif yaşam enerjisi aşılamak suretiyle yeniden ruh kazandırmak oluyor. Devamında ise, varoluşu anlamına gelen düşünme ve hissetme şeklini, mutlu ve sağlıklı bir yaşamın yaratılmasına hizmet edecek şekilde değiştirmesini öğretmekteyiz. Yeniden inşa dediğimiz tam da budur.
Yetiştirilme biçiminden kaynaklı olarak neredeyse bizlere başvuran herkesin kendi özleriyle temasta olmadıklarını görüyoruz. Uzun yıllar boyunca sevgisiz yaşamış olmanın yan etkisi olarak kurumuş bir ruhsallık ve sürekli ağrılar üreten bir bedenle hayatta kalmaya çalışmışlar. Bu durumda tek yapılması gereken danışanın kendisiyle tanışmasını sağlamak ve kendini sevmeyi öğretmektir. Zira bu adım atılmadan kişi başkalarıyla sağlıklı bir ilişki sürdüremez.
Özcesi; ister aile/evlilik, ister bireysel… Hangi konuda çalışırsak çalışalım danışanın kendisiyle ilişkisini SEVGİ temelinde yeniden düzenlemeden kalıcı bir çözüme ulaşamıyoruz.
İçsel sorunlarımızı çözmeden dışımızda gelişen sorunları çözebilme yeteneğini geliştirmemiz mümkün değil.