Hazırlayan: Nebih Nafile
1944’te Hassa’ya bağlı Akbez Köyü’nde doğan emekli eğitimci Duran Yaşar Ağabeyim Hatay’ın kültür hazinelerinden birisidir. Çocukluğu köyde bağ, bahçe işlerinde çalışarak geçmiş. Şiir tadında halk anlatıları dinleyerek büyüyen Duran Yaşar ağabeyimi yürüyen kütüphaneye benzetirim. Çoğu buluşmalarımızda, etkinliklerde “Yürüyen Kütüphane” olarak takdim ederim. Bilgi, birikimi dopdoludur, sohbeti doyumsuzdur, paylaşımcıdır.
Kültürümüzün temel taşları: Kerem ile Aslı, Karacaoğlan, Sürmeli Bey, Aşık Garip, Hurşit ile Mahmiri, Billur Köşk gibi halk anlatılarını döne döne okuyan Duran Yaşar, ilkokulu kendi köyünde, ortaokulu Hassa’da tamamladı. 1960 yılında girdiği Gaziantep İlk Öğretmen Okulu’nu 1962 / 1963 Eğitim Yılı’nda bitirdi. On altı yıl köy öğretmenliğinden sonra kent merkezine gelebildi. Değişik okullarda otuz yıl sekiz ay öğretmenlik ve idarecilik yaptıktan sonra 1994 Şubat’ında emekli oldu. Her sabah düzenli olarak yürüyüşünü yapan Duran Yaşar Ağabeyim Antakya’da yaşamaktadır.
Duran abimin tanımıyla “Halkoğlu Ali Yüce” değince Duran Yaşar, Duran Yaşar adı geçince de Ali Yüce aklıma gelir. Birbirlerine yakın iki isim, iki yürek olarak hissederim. Hayattayken Ankara Ümitköy’deki evinde eşimle birlikte rahmetli Ali Yüce’yi ziyaret etmiştim.
Duran Yaşar ağabeyim, Akdoğan Yayınevi sahibi yazar Kamil Akdoğan iş birliği ile çok özel bir inceleme kitabı oluşturmuştur. Kamil Akdoğan, aslını unutmayan, köklerini çok değer veren, deneme, edebiyat, roman kategorilerinde eserler yazmış bir yazardır.
***
“Halkoğlu Ali Yüce” adlı inceleme kitabının önsözünde Duran Yaşar Ağabeyimin yazdığını siz kıymetli okurlarımla paylaşmak istiyorum;
Ortaçağ karanlığını, Fransız işgalini yaşayan, en fazla 150 – 200 sözcükle konuşup anlaşan köy yaşamından çıkıp gelen Şair Ali Yüce… Falakalı rahle-i tedrislerden, Şeytanistan’dan çıkıp gelen Şair Ali Yüce…
Başındaki iyileşmeyen yaradan ötürü Kel Ali’likten, becerikliliği ve zekasıyla kısa sürede Mılla (molla) Ali’liğe, Kelam-ı Kadim’i ezberlediğinden Hafız’lığa yükselen Ali Yüce…
Köyünde olanaksızlıklar içinde yaşarken enstitü aydınlığını yakaladığında öte dünyadan gelmiş gibi hisseder kendini. Binbir zorlukla girdiği Köy Enstitüsü’nü 1951’de bitirerek öğretmenlik mesleğine atılan Yüce bir taraftan da şiirler yazmaya başlar. İlk şiirleri 1955’te dergilerde görülür. Ne var ki yazın dünyasında uzun süre görmezlikten gelinir. Öz ve biçim bakımından hiçbir akıma bağlı değildir. Özenti, taklit yoktur. Kendine özgü, özgün bir şairdir.
Şiirleri toplumcu gerçekçidir. “Toplumcu olmayan bir şair dikeni gül olarak görür.” diyor. Toplumdan, halktan, emekçiden, sömürülenden, ezilenden yanadır. Barışı, sevgiyi, kardeşliği, eşitliği savunur.
Davet edildiği “Akdeniz Ülkeleri Şiir Kongresi“nde sunulan şiirler arasında birinci seçiliyor. Seçici kurul adına Başkan Profesör Marchase, Applaudimo la Turchia”, “Türkiye’i alkışlayalım” diyerek Ali Yüce’nin kişiliğinde Türk şiirini alkışlıyor, alkışlatıyor. 1995 yılında Dünya gazetesinde Tarık Dursun K. Şöyle yazıyor: “Ne güzel! Her bakımdan da. Bir Türk şairi şairden sayılıyor, kendi ülkesinin Kültür Bakanlığı’nın aklına bile gelmeyen bir ‘itibar’ gösterilerek şiirleri yabancı bir dile çevriliyor ve uluslararası bir şiir kongresine de buyur ediliyor”
Özetlersek: “Biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye.”
***
Kamil Akdoğan dostumuzun yayınevinin notunu da paylaşıyorum;
Sabahattin Yalkın’la başladığımız seri ne mutlu bizlere ki Ali Yüce ile devam ediyor.
Ama bu kitap asıl olarak Duran Yaşar’a ait. Sabahattin Yalkın kitabımızın ismini de o koymuştu, bu kitabın muhteşem ismini de o koydu, her aşamasını örgütledi… Kitabın oluşum sürecinde kendisinin kurduğu iletişim grubu ve orada yapılan paylaşımlar çok değerliydi.
Diliyoruz pek çok Antakyalı şair yazar kitaplarına da eşlik eder bizimle.
Serimizin ilk kitabında olduğu gibi bu kitapta da daha önce çeşitli kaynaklarda yayımlanmış yazılara yer verdik.
Cumhuriyet gazetesinin unutulmaz isimlerinden Mustafa Ekmekçi’nin Ali Yüce hakkında yazdığı köşe yazıları bunlardan bazıları. Ayrıca 2021 yılında yaşamını yitiren Halikarnas Balıkçısı’nın manevi oğlu ve onun eserlerini ölümsüzleştiren duayen gazeteci Şadan Gökovalı’yı da İsmail Zorba’nın bir yazısıyla hatırlamış olduk. Bu vesileyle Ali Yüce’yle beraber Mustafa Ekmekçi’yi, Cevat Şakir Kabağaçlı’yı ve Şadan Gökovalı’yı da saygıyla anıyoruz. Işıklar içinde yatsınlar…
Sabahattin Yalkın’a, Veysel Çolak’a, Zeki Sarıhan’a, Erdal Atıcı’ya, Mehmet Ali Solak’a ve dolaylı ya da doğrudan katkı sunan Aytekin Ertuğrul’a, Bahri Loş’a, Duran Yaşar’a, Eylem Uğurlu’ya, Fatma Şahin Gündoğan’a, Fulya Çetik İnci’ye, Hatice Eğilmez Kaya’ya, Hayrettin Filiz’e, Galip Yüce’ye, İsmail Zorba’ya, Kamil Akdoğan’a, Mehmet Ayhan’a, Mehmet Barış’a, Mehmet Karasu’ya, Mesrur Sabahoğlu’na, Müslüm Kabadayı’ya, M. Tahir Hatipoğlu’na, Neslihan Kanuncu Seçkin’e, Tacettin Kemirtlek’e, Zeynep Yalçın’a ve kapağın harika görselini hazırlayan Ahmet Bostancı’ya çok teşekkür ediyoruz.
Antakyalı şairleri, yazarları yazmaya devam edeceğiz…
Saygılar, sevgiler, selamlar…