Hazan*

Yazlık-kışlık kıyafetlerin birbiri ile çarpıştığı dolap günleri, hoş geldiniz!

Direk  hırkaya giriş yapmamak için yazlık kazaklarla  geçiştirmeye çalıştığımız serin saatlerin yerini alan soğuk saatler, hoş geldiniz!

Akşama ne pişirsem muhabbetinin, yazlık sebzelerden lahanaya dönüşmemesi için imdadımıza yetişen balık, safa getirdin!

Sayısı arttıkça artan, kültür yoksunu insanların yaşadığı aziz İstanbul, oksijen verdikçe, karbondioksit vereceksin biliyorum ama dönüp-dolaşıp yine, hoş geldik!

Bireysel anlamda dalmamaya çalıştığımız zihinsel uykunun değil gerçek anlamda uykunun en tatlı  zamanı olan pikeden, yorgana geçiş mevsimi sen de hoş geldin!

 

İstanbul’un tam ekinoks sonrasına yaraşır bir sonbahar sabahına uyanıp, üzerinize afiyet hafif bir de kırgınlık hissedince vücutta, uçakla seyahatlerin yaygın olmadığı, ulaşılacak yere gün dönümlerinde ancak varılan otobüs yolculuklarını hatırlatan ve mola saatinde Pozantı’da içtiğimiz yayla çorbasını pişirdim günün ilk ışıklarıyla.

Bu vesileyle çorba muhabbeti yapmak istedi canım.

Ne zaman mercimek çorbası pişirsem ninemin bakır tencerede pişirdikten sonra soğusun diye yine bakır, yeni kalaylı, yayvan bir tepsiye döküşü ve biz torunları hastalanmayalım diye yanına, bol defne yapraklarıyla bir teneke veya tahta kutunun içine yaz güneşinde kurutup dizdiği incirleri ikramı gelir aklıma.

Çorbaya da o anda bahçeden koparılmış bol limon sıkardı muhakkak.

Domates çorbasını pişirdiğimde vaktinde bolca parası olup boş şaşasından geçilmeyen sonradan yok edilen bankanın himayesinde çalışırken yemekhanede verilen kaşar peynirli sunum gelir aklıma.

Önce kaşar peynirini sonra çorbayı yok ettiler!

Bir de ekşi yoğurt ve bulgurla yoğrulup, Amik Ovası’nın, sabahları çiğ düşmüş, sonrasında sıcağı sıcak sonbahar havasında kurutulan bir nevi tarhana olan kişk vardır. O da nedense tatlı bir tebessümle Nasrettin Hoca’yı anımsatır hep.

Bol kemikli et ve pirinçle pişirilen, köyde kurban bayramı sabahlarında yapılan, ailecek bir arada olmanın mutluluğuyla karışık, kesilen hayvanın hüznüyle tadına bile bakamadığım düğün çorbası vardır bir de.

Soğan çorbası yapınca da Paris’in renkli şatafatı içine kaynaştırılan bu lezzetin aslında şehirlerin bilinmeyen yokluğunu hatırlatır hep. Estergon’un ceylan çorbası değil de yanında testiyle sunulan üzüm suyunu kiminle içtiğin çok kıymetli.

Sofranızdan çorbanız, etrafından da dostlarınız eksik olmasın!

 

Samandağ’a bağlı, eş durumundan köyüm  Yeşilyazı’daki bahçemizden gelecek ürünleri almak için gittiğim ve asla Harem veya Topkapı’nın ruhunu taşıyamayacak olan Dudullu terminaline gittim geçen gün.

Hızlanan ve değerlenen zamanla beraber uçak yolculuğunun şart olduğu bir döneme gelinince otobüs seyahatlerini ne kadar özlediğimi farkettim.

İçi memleket havası dolu otobüs terminale varmadan önce kavuşmaları izledim az biraz. Türkiye’nin Alaska’sı Erzurum havası dolu otobüs geldi önce.

Sonra doğunun da doğusu, Kars havası.

Adıyaman otobüsüyle yamaçlardan toplanmış azıcık Nemrut Dağı havası, sıcacık güneyden Mersin otobüsüyle çam kokulu Toros havası yayıldı Dudulu’ya.

Otobüsten iner inmez yakılan sigaranın dumanını, Adana yolcuları anlamadığım bir şekilde herkesten daha derin çekiyorlardı ciğerlerine. Yere atılan izmaritse sivri burun ayakkabının ucuyla sanki dünyanın yükünü ayağının altına almış gibi rahatlarcasına iyice eziliyordu.

Kim bilir?

Belki bu gelişin dönüşü olmayacaktı.

Belki dönülse vuslat olmayacaktı.

Kimse büyümüyor yaralanmadan. Ama ayağı taşa takılıp düşerek oluşan bir diz yarasıyla ama bir kalp yarası…

Seçimlere kadar da zihninize mukayyet olun!

Çünkü yirmi yıldır bu canım ülkede her gün bir umutla uyanıyor, ne gelişmiş bir laf ne insanlık adına bir hamle görüyoruz.

Katiller, hırsızlar kol geziyor.

İyi insanların vicdanıysa ağır yaralı.

Siz yine de zihninizi boş yer kalmamacasına umutla doldurun!

 

Sonbaharda,  on yedi milyonluk İstanbul şehrinin, yaşadığım sokağının köşesindeki fırından ekmek almaya giderken önünden geçtiğim diğer esnafa hayırlı işler dilemek, arka sokağın köşesindeki güzel bahçelere açılan kapılardan üçünün dostlarıma ait olduğunu bilip, çat kapı gidebilmek, tam da bu huzurdayken anne-babamla yaşıt, başka insanların teyze-amca diye hitab ettiği, benim, abla-abi deme lüksüm olan başka başka dostların varlığı ısıtıyor yüreğimi.

Kuruyan dallar, dökülen yapraklar arasında aklınıza gelip tebessüm ettirecek veya kol kola yürüyecek sevdikleriniz, omuz omuza vereceğiniz yoldaşlarınız hep var olsun!

Sevgi, bir köşede bekliyor olsun!

Bir başınıza koyupta gitmeyecek sevdikleriniz olsun!

Siz gittiniz mi bir yerlere de arkanızdan su dökenleriniz çok olsun!

 

Hazan* : Güz, sonbahar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir